Ağızdan alınan ilaçlar gözün farklı tabakalarında olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Korneada sıtma ilaçları, amiodaron, klorpromazine, lenste steroidler, busulfan, allopurinol, üvea tabakasında rifabutin, sidofovir, retinada sıtma ilaçları, tioridazin, klorpromazin, tamoksifen, kantaksantin, nitrofurantoin, interferon-alfa, desferrioksamin, nikotinik asit, optik sinirde etambutol, amiodarone, vigabatrin istenmeyen etkilere neden olabilmektedir. Bu ilaçları kullanan hastaların ilgili bölüm doktorlarının takibinde olmaları ve belirli aralıklarla göz muayenesinden geçmeleri gerekmektedir.
Akciğer kanseri ülkemizde ve dünyada en çok ölüme neden olan kanser türüdür. Akciğer kanserlerinin % 85’inden fazlası sigara ile ilişkilidir. Sigaranın bırakılması akciğer kanserini önlemenin en önemli yoludur.
Akciğer kanseri tanısı konulan bir hastada tedavi yöntemini belirlemek için ilk yapılması gereken hastalığın evrelenmesidir. Evreleme için beyin dahil tüm vücudun görüntüleme yöntemleriyle (Pozitron emisyon tomografi, magnetik rezonans görüntüleme, sintigrafi, ultrasonografi) değerlendirilmesi gereklidir. Bazı durumlarda ek biyopsi incelemeleri de gerekebilir. Erken evredeki (Evre 1 ve 2) hastalarda en etkin tedavi tümörün cerrahi olarak çıkarılması iken; lokal ileri evre (Evre 3) ve ileri evre (Evre 4) hastalarda kemoterapi ve/veya radyoterapi tedavi seçenekleri arasındadır.
Akciğer kanseri, akciğerlerde anormal hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalması sonucu ortaya çıkar. Kanser hücreleri akciğer içine, komşu dokulara veya vücudun diğer uzak bölgelerine yayılabilmektedir. Akciğer kanserlerinin % 80-90’ında neden sigaradır. İçilen sigara miktarı ve içilen süre ne kadar çoksa, akciğer kanseri gelişme riski de o kadar yüksektir. Sigara bırakıldığında akciğer kanserine yakalanma oranı giderek azalmakta, beş yıl sonunda sigara içenlerin yarısı oranına inmektedir. Kendisi sigara içmeyen ancak uzun süre sigara dumanına maruz kalanlarda da akciğer kanseri riski artmaktadır. Asbest maruziyeti, hava kirliliği, radon gazı maruziyeti ve genetik yatkınlık diğer nedenler arasında sayılabilir.
Öncelikle hastanın hastalık öyküsü dinlenip, belirtileri değerlendirilir ve ayrıntılı bir fizik muayene yapılır. Akciğer grafisi ile akciğer kanserinden şüphelenildi ise akciğerin bilgisayarlı tomografisi çekilir. Kesin tanının konabilmesi için biyopsi yapılması ve alınan dokunun patolojik olarak incelenmesi gerekir. Biyopsinin nereden alınacağı, hastanın kanserinin yerleşim yerine, yayıldığı bölgelere ve hastanın genel durumuna göre karar verilir. Merkezi yerleşimli tümörlerde “fiberoptik bronkoskopi” yapılarak biyopsiler alınırken, hastanın sırt veya göğüs bölgesine yakın tümörlerde, sırt veya göğüs duvarından iğneyle girilerek biyopsiler alınabilir.
Akciğer kanserinin belirtileri genellikle erken dönemde ortaya çıkmaz. Bu nedenle hastaların büyük çoğunluğu ileri evrede tanı almaktadır. Akciğer kanserinin belirtileri; akciğer kanserinin kendisine, komşu veya uzak organlara yayılımına veya kanser hücreleri tarafından salgılanan hormon benzeri bazı maddelere bağlı olabilir. Sık görülen belirtiler: Uzun süren ve geçmeyen öksürük, balgamla karışık kanama, nefes darlığı, halsizlik, boyunda ve yüzde şişme, iştahsızlık ve kilo kaybı, ses kısıklığı, göğüs, sırt veya omuzda ağrıdır.
Bu grup ilaçlar ağızdan tablet şeklinde veya damar yoluyla kullanılan, sıklıkla kanser hücresine özel bir yüzey belirleyicisi, hücre içi sinyal ileti yolakları veya tümör vasküler yatakları üzerine etki ederek yapılarını bozabilen ilaçlardır. Yan etkileri konvansiyonel kemoterapilere göre daha düşük ve daha kolay tolere edilebilen ilaçlardır. Her ilacın kendine özgü yan etki profili bulunmaktadır.
Hipofiz bezinde yapılan büyüme hormonu çocukluk çağlarında tiroid hormon, insulin gibi diğer hormonlarla birlikte kemik büyümesini düzenler. Bu yaşlarda büyüme hormonu salgısı artarsa dev adam denilen jigantizm hastalığı ortaya çıkar. Bunlar çok uzun boylu olurlar. Büyüme hormonu fazlalığı yetişkin yaşlarda yani kemik uzunlamasına büyümesi durduktan sonra ortaya çıkarsa akromegali dediğimiz daha çok el ve ayak kemikleri, yüz kemiklerinin genişlemesi ve onunla birlikte yumuşak dokunun artması ile ortaya çıkan akromegali hastalığına neden olurlar. Akromegalik hastaların başlangıç şikayetleri genellikle terleme, cildin ve saçların yağlanmasıdır. Daha sonra el ve ayak büyümeleri, yüz görünümünde değişiklikler ortaya çıkar. Büyüme hormonu sadece kemiklerin değil bir çok organın büyümesine neden olabileceğinden farklı şikayetlerle hasta gelebilir. Bu hastalarda kalp yetmezliği, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, çeşitli kanser türleri, uyku apnesi, guatr, prostat büyümesi gibi hastalıkların sıklığı artar. Tedavi edilmezse yaşamı kısaltan bir hastalıktır.
Akut respiratuar distress sendromu (ARDS), akciğerlerdeki hava keseciklerinine sıvı dolması sonucu gelişen ciddi solunum yetmezliği tablosudur. Böylece daha az oksijen kan dolaşımına geçer ve oksijen eksikliği bütün organları olumsuz etkiler. ARDS'nin ana semptomu ciddi nefes darlığıdır. ARDS travma veya altta yatan ciddi hastalık oluştuktan sonra birkaç saat ile bir kaç gün kadar kısa sürede gelişebilir. ARDS oluştuğunda ölüm riski artar.
Akut solunum yetmezliği, ani olarak gelişen solunum sisteminin gaz değişimini gerektiği kadar yapamaması durumudur. Organların normal işlevlerini gerçekleştirmeleri için gerekli olan yeterli düzeyde oksijenin kanda bulunmaması ve/veya karbondioksitin vücuttan atılamaması ile sonuçlanır. Öncesinde solunum hastalığı olmayan sağlıklı kişilerde ya da bilinen kronik solunum yetmezliği olan kişilerde gelişebilir. Solunum işi sadece akciğerler ile değil birçok organın birlikte çalışması ile gerçekleşirilir. Solunum yetersizliğinde en önemli belirti nefes almada güçlük çekmektir. Hava yollarında daralma olduğu bilinen kişilerde ( örneğin astım, KOAH) ataklar halinde ya da gaz değişim ünitelerinin kollabe olması, sıvı ile dolu olması(örneğin zatürre, akut solunum sıkıntısı sendromu) ile aniden gelişebileceği gibi sinir sistemini, solunum kaslarını, göğüs duvarını ve üst solunum yollarını etkileyen durumlarda, ameliyat sonrası veya şokta olan hastalarda da görülebilir.
Eksternal radyasyon tedavisinde uygulanan radyasyonun hasta yakınlarına ya da çevreye yayılması ya da bulaşması söz konusu değildir. Eksternal radyoterapi uygulanan kişiler, ev halkı, yakınları ve çevreleri için bir sakınca oluşturmazlar. Radyoaktif maddelerin vücut içine yerleştirildiği brakiterapi uygulamalarında ve ağızdan ya da damardan uygulanan radyoaktif madde tedavilerinde (sistemik tedavi) ise hastalar geçici bir süre etraflarına radyasyon yayabilirler. Bu süre içinde hastalar izole özel hastane odalarında izlenirler ve birkaç hafta hamileler ve 18 yaşından küçük çocuklardan uzak durmaları önerilir.
Allerji testleri; deri ve kan testleri olarak iki grupta yapılırlar. Testlerin amacı hastada belli allerjenlere karşı antikorların (yani bir tür bağışıklık cevabının) bulunup bulunmadığını ortaya koymaktır. Tüm dünyada genel olarak 10-15 standart antijen ile bu değerlendirme yapılır. İlk etapta araştırma amacı dışında, daha fazla antijen ile test yapmak gereksizdir. Erişkinlerde her hastaya gıda antijeni kullanılarak test yapmanın anlamı yoktur. Daha ileri allerjik tetkik ancak bir Allerji Merkezinde yapılmalıdır. Genel olarak önce deri testleri yapılmalı eğer gerekiyorsa veya deri testinin yapılamadığı durumlarda kan testlerine başvurulmalıdır. Deri testlerinin tanı değeri daha yüksektir. Tedavide kullanılan bazı antiallerjik ilaçlar deri testlerinin sonucunu etkileyebileceğinden, test öncesinde kesilmelidir.
Allerji testleri; deri ve kan testleri olarak iki grupta yapılırlar. Testlerin amacı hastada belli allerjenlere karşı antikorların (yani bir tür bağışıklık cevabının) bulunup bulunmadığını ortaya koymaktır. Tüm dünyada genel olarak 10-15 standart antijen ile bu değerlendirme yapılır. İlk etapta araştırma amacı dışında, daha fazla antijen ile test yapmak gereksizdir. Erişkinlerde her hastaya gıda antijeni kullanılarak test yapmanın anlamı yoktur. Daha ileri allerjik tetkik ancak bir Allerji Merkezinde yapılmalıdır. Genel olarak önce deri testleri yapılmalı eğer gerekiyorsa veya deri testinin yapılamadığı durumlarda kan testlerine başvurulmalıdır. Deri testlerinin tanı değeri daha yüksektir. Tedavide kullanılan bazı antiallerjik ilaçlar deri testlerinin sonucunu etkileyebileceğinden, test öncesinde kesilmelidir.
Allerjik göz hastalığı özde kızarıklık, kaşıntı ve sulanma gibi şikayetlere neden olan özellikle bahar aylarında sık görülen bir durumdur. Sıcak ve rüzgarlı ortamlarda ortaya çıkan ağaç ve çiçek polenleri ve uçuşan partiküller hastalığı tetikleyen faktörler arasındadır. Göz alerjilerinden korunmak için tozlu ortamlardan uzak durulması, şapka ve gözlük takarak dışarıya çıkılması etkili yöntemlerdir ancak bu önlemler alındığı halde hastanın şikayetleri ve muayene bulguları mevcut ise allerjik durumlarda etkili göz damlaları bazen de ağız yoluyla alınan ilaçlar tedavide kullanılmaktadır.
The main treatment for allergic rhinitis and nasal polyps is medical. Surgery may be required for nasal blockages that develop in the course of these illnesses. Currently, drugs are used to treat allergies, but surgery may be necessary at certain stages of the illness. However, treatment with drugs should continue even after surgery to prevent the recurrence of the illness.
Ameliyat öncesinde her hastamız belli oranda stres, endişe ve heyecan hissetmektedir. Bu hislerinizi size ameliyat öncesinde rutin olarak ziyaret eden anestezi doktorunuzla paylaşmanız halinde uygun görülürse endişenizi gidermenizi sağlayan ilaçlar verilerek rahatlamanız sağlanabilecektir.
Evet, bazı durumlarda ameliyat sırasında hastadan alınan biyopsi örneğinin patolog tarafından özel yöntemlerle incelenmesi ve acil tanı konulması söz konusudur. Bu durum “frozen kesit” veya “intraoperatif konsültasyon” olarak bilinir. Cerrah ameliyat sırasında patoloğun tanısını bekler ve bu tanıya gore ameliyatını yönlendirir. Bu gibi durumlarda hasta tarafından hiç karşılaşılmayan patoloğun hayat kurtarıcı bir rolü olabilir.
Hasta ağrı duyduğu sürece damar yolundan morfin verilen hastalarda bağımlılık gelişmediği gösterilmiştir. Ameliyat sonrasındaki dönemde ağrının olmaması hastanın mobilizasyon süresini hızlandırır ve zorunlu ihtiyaçlarını gidermesine yardımcı olur. Aynı zamanda özellikle genel anestezi almış hastalarda akciğer problemleri daha az görülür. Bağımlılık sorunu olan hastalarda başka ilaç grupları kullanılarak ağrı tedavisi yapılmaktadır.
Radyolojide çocuk ve erişkin bilgisayarlı tomografisi, manyetik rezonans görüntüleme, psikiyatride elektro konvülsif tedavi, ürolojide ekstrakorporeal şok dalgası ile litotripsi, koroner yoğun bakımda kardiyoversiyon, gastroenteroloji bölümünde kolonoskopi-endoskopi, çocuk göğüs hastalıklarında fiberoptik bronkoskopi uygulamaları sırasında anestezi verilmektedir.
Hastaların ameliyatlara aç-susuz gelmesi istenir. Hastalara anestezi uygulaması başlandıktan sonra midesinde gıda varsa bunlar yemek borusundan yukarı çıkarak nefes borusu yoluyla akciğerlere kaçabilir. Bu durum kısa vadede hastanın yeterli oksijen alamaması ve uzun dönemde ise zatürre gelişme ihtimali nedeniyle hayatı tehdit edebilir.
Yetişkin hastalar ameliyat öncesindeki 8 saat katı gıda almamalıdır. Ameliyattan 2 saat öncesine kadar berrak sıvı alabilirler (süt, gazlı içecekler, çorba hariç). Ameliyat öncesinde alınması önerilen ilaçlar 1 saat öncesine kadar bir yudum su ile içilebilir.
Anal fissür özellikle kabızlığı olan çocuklarda sert dışkıya bağlı anal bölgede oluşan çatlaklardır. Dışkılama sonrası anal bölgede çizgisel kanamalara neden olabilir. Anal fissürü olan çocuklarda dışkılama ağrılıdır ve çoğu kez çocuklar tuvalete gitmekten kaçınırlar. Anal fissürü olan çocuklarda hem kabızlığın, hem de çatlakların önlenmesi gerekir. Kabızlık için çocukların yaşına uygun beslenme önerileri verilir. Uzun süre kabız olan çocuklarda dışkıyı yumuşatmak amacıyla ilaç tedavisine, nadiren de lavmanlara başvurulabilir. Anal fissür sıcak oturma banyosu ve anal bölgeye lokal anestezik etkili onarıcı pomadların uygulanması ile giderilebilir. Bazı çocuklarda kabızlık ve anal fissür tedavisi uzun süreli olabilir.
Anemi yani kansızlık kırmızı kan hücrelerinin düşük olmasıdır ve hemoglobin düzeyinin kadında 12 g/dl, erkekte 13.5 g/dl altında olması ile tanı konur. Aneminin farklı tipleri ve farklı nedenleri vardır. Beslenme bozukluklarına, kan hücrelerinin yıkımının artmasına veya vücuttan kayıplara bağlı kansızlık olabilir. Kansızlık demir eksikliği, vitamin b12 eksikliği, folik asit eksikliği gibi nedenlerden olabileceği gibi çeşitli kan hastalıkları veya kanserlere bağlı gelişebilir. Kansız kişilerde genellikle halsizlik, solukluk, nefes darlığı, çabuk yorulma gibi belirtiler vardır. Kansızlığın tespit edilmesi, nedeninin saptanması ve tedavisinin yönetimi bölümümüzde yürütülmektedir.
Anestezi altındaki hastanın cerrahi işlem süresince takibi, anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanının sorumluluğundadır.
Latincede hissizlik anlamına gelen “anaisthesis” kelimesinden türetilmiştir. Cerrahi operasyon sırasındaki ağrı, baskı, çekiştirme gibi hoş olmayan hislerin ortadan kaldırılmasıdır.
Ameliyatı uygulayan cerrah tarafından aksi söylenmedikçe anestezi alan hasta iki saat sonrasında berrak sıvılarla (öncelikle su) beslenmeye başlayabilir.
Anestezi uygulamalarının tümü, bu dalda uzmanlık belgesi olan tıp doktorları tarafından yapılabilir. İşlemler sırasında anestezi uzmanlarına anestezi dalında eğitim almış yardımcı sağlık personeli (anestezi teknikerleri-yüksekokul mezunu) eşlik etmektedir.
Anne sütüyle beslenen bebekler ameliyattan 4 saat öncesine kadar anne sütü alabilir.
Antidepresan ilaçlar depresyonun ilk seçenek tedavilerinden birini oluştururlar. Bu ilaçlar depresyon dışında özellikle anksiyete bozuklukları olmak üzere diğer ruhsal bozuklukların tedavisinde de yüksek etkinlikle kullanılmaktadırlar. İstenen olumlu etkilerin ortaya çıkması için, ilacın en az 3-4 hafta doktorunuzun önerdiği şekilde günlük olarak aksatmadan kullanılması gereklidir. Bazı bozukluklarda bu süre daha da uzun olabilir.
Tedavi süresi genel olarak en az 6 ay olsa da bazı durumlarda, kullanımı çok güvenli olan bu ilaçlarla tedavinin daha uzun süre devam ettirilmesi gereklidir. Tedavinin süresi ile ilgili karar verilirken doktorunuzun önerilerine uymanız gereklidir.
Sebze ve meyvelerdeki bazı besinler, normal metabolizma sırasında oluşan doku hasarlarına karşı vücudu korurlar. Bu hasar kanser riskini arttırdığı için, antioksidanların kansere karşı koruyucu olduğu düşünülmektedir. Antioksidanlar C vitamini, E vitamini, selenyum, karoten ve çok sayıda diğer fitokemikalleri içerirler. Çalışmalar zengin bir antioksidan kaynağı olan sebze ve meyveleri daha fazla tüketen insanlarda bazı kanser tiplerine yakalanma risklerinin daha az olduğunu ileri sürmektedir. Şu anda kanser riskini azaltmak amaçlı verilebilecek en iyi öneri anti-oksidanların ek ilaçlarla değil, doğal olarak besinlerden alınmasıdır.
Antipsikotikler şizofreni de dahil olmak üzere psikotik bozukluklar, mani, depresyon, deliryum ve şiddetli bunaltının eşlik ettiği ruhsal bozuklarda kullanılırlar. Ayrıca dürtü kontrolünün sağlanmasının istenildiği durumlarda da tercih edilirler.
Tedavi süresi pek çok etmene bağlıdır. Bazı bozukluklarda bu süre birkaç hafta ile sınırlı iken şizofreni gibi rahatsızlıklarda bu süre çok daha uzundur. Tedavinin süresi ile ilgili karar verilirken doktorunuzun önerilerine uymanız gereklidir.
Arılar, yaklaşık 100.000 alt türü olan zar kanatlı canlı türüdür. Bal arılarının yaptığı bal güzel bir besin kaynağıdır. Ancak bu canlılar, insanları iğneleriyle soktuklarında bazen öldürücü dahi olabilen allerjik reaksiyonlara yol açabilirler. Ciddi allerjik reaksiyon görülme oranı toplumdan topluma farklılık gösterir. Türkiye’de her 100 kişiden 1-4’ünün arı alerjisi olduğu bildirilmiştir. Allerjik kişilerin bir kısmına immünoterapi (halk arasında aşı tedavisi olarak da bilinir) uygulanması yararlı olmaktadır.
Astım, solunum yollarının (bronşların) kronik (uzun süreli) inflamatuar (mikrobik olmayan iltihabi karakterli) bir hastalığıdır. İnflamasyonun oluşmasında kemik iliği tarafından yapılan ve kan yoluyla bronş sistemine geçen birçok hücre rol oynar. Solunum yollarının duyarlı olunan herhangi bir etken veya alerjen ile karşılaşmasından sonra bronşların geçici olarak daralması sonucunda nefes darlığı, hırıltılı solunum ve öksürük ortaya çıkmaktadır. Hastalığın genetik bir yönü vardır. Astımlıların çocukluk yaşlarında %40-50'si ve erişkin yaşlarda ise yaklaşık %30-35'i allerjik bünyelidir. Allerji, ilerleyen yaşla birlikte önemini kaybedebilir. Allerjik olsun veya olmasın, astımlı hastaların ortalama yarısının burun (polip, sürekli nezle, burun tıkanıklılığı), boğaz (farenjit) ve sinüs (sinüzit) problemleri vardır. Yani bu kişilerin burun sinüs-boğaz ve akciğerlerinde genel bir duyarlılık hakimdir.
Yumurtalıklar aşırı uyarıldığında yumurtalıklardan karın boşluğuna sıvı sızması olur ve karın şişmesi, bulantı-kusma, yemek yiyememe, nefes almada güçlük, aşırı kilo alma, idrar yapamama gibi durumlar gelişebilir. Bu durumda mutlaka doktorunuza başvurunuz. Gerekli durumlularda hastaneye yatmak gerekebilir. Bazı durularda karın boşluğundan sıvı alınması gerekebilir.
Aşil tendonu parmak ucunda yükselmemizi sağlayan baldır kasını topuk kemiğine (kalkaneus) bağlayan tendondur. Çok güçlü bir yapısı olmasına rağmen yine de güçlü bir darbe sonucu veya kronik yorgunluğu takiben kopabilir. Tam kopuk genellikle cerrahi olarak tamir edilir. Kısmi kopuklarda hastanın fonksiyonel durumuna göre karar verilir. Tedavi sonrası uygun bir fizik tedavi programı ile spora dönüş mümkündür.
Azospermi meni içerisinde hiç sperm bulunmamasıdır. Tüm toplumdaki erkeklerin %1’inde görülür. Erkek kısırlık nedenlerinin yaklaşık %10-15’ini oluşturur. Kısırlık şikâyeti ile başvuran çiftlerin %5’inde erkekte azospermi bulunur.
Azospermi aspermi ile karıştırılmamalıdır. Aspermide meni hiç yoktur. Sperm normal olarak çıplak gözle görülemez. Ancak mikroskobik incelemede görülebilir. Azospermi de ise meni normal olarak gelir fakat içerisinde çıplak gözle görülemeyen sperm yoktur.
Azosperminin 3 tipi vardır.
Pretestikülar azospermi
Azospermilerin %2’sini oluşturur. Beyindeki ceviz büyüklüğündeki salgı bezindeki (hipofiz) problemler nedeni ile testiste (erkek yumurtalık) sperm üretimi olmaz. Doğuştan veya sonradan edinilen problemler nedeni le gelişebilir. Dışarıdan testosteron içeren ilaçlar alınması, hiperprolaktinemi, hipopituarism, Kallmann sendromu, Prader-Willi sendromu gibi durumlarda görülür. Kanda FSH düşüktür. Sperm üretimi yoktur.
Testikülar azospermi (Tıkayıcı olmayan azospermi)
Bu tip azospermide problem yumurtalıklardadır. Yumurtalıklar hiç olmayabilir, normalden küçük olabilir veya normal boyutta olabilir. En sık görülen azospermi tipidir. Azospermilerin %49-93’ü bu tiptir. Kan FSH seviyesi artmıştır. Sperm üretimi yoktur.
Nedenleri
• Doğuştan kromozomal bozukluklar
• Klinefelter sendromu (Tıkayıcı olmayanların %15-%30’unda görülür)
• Y-mikrodelesyonu (Tıkayıcı olmayanların %10-%20’sinde görülür). 3 tipi vardır. A, B ve C tipi. B tipi en kötü olanıdır ve sperm bulma şansı yok denecek kadar azdır. C tipi en iyi olanıdır.
• İnmemiş yumurtalık
• Sertoli cell-only sendromu
• Erişkin yaşta yumurtalık iltihabı geçirmek
• Travmaya maruz kalma
• Radyoterapiye maruz kalma
• Kemoterapiye maruz kalma
• Yumurtalığın torsiyone olması
Posttestikülar azospermi (Tıkayıcı tipte azospermi)
Bu tipte sperm üretimi olmasına rağmen meniye geçememektedir. Azospermilerin %7-%53’ünü oluşturur.
Nedenleri
• Vas deferansın doğuştan olmaması (Kistik fibrosis hastalığı ile birliktedir)
• Enfeksiyonlara bağlı tıkanma
• Geriye doğru ejekülasyon veya ejekülasyonun hiç olmaması
Azospermili hastalar bir üroloji uzmanı tarafından mutlaka görülmelidir. Torbanın ve yumurtalıkların muayene edilmesi, kan testosteron ve FSH, LH, inhibin-B değerlerini tespit edilmesi gereklidir. Genetik inceleme mutlaka yapılmalıdır.
Tedavi nedene yönelik olmalıdır. Pretestikülar azospermi varlığında pulsatif GnRH tedavisi uygulanabilir. Alternatif olarak human chorionic gonadotropin (hCG) haftada 2 kez 1.000–2.500 IU olacak şekilde verilebilir. hCG tedavisine human menopausal gonadotropin (hMG) 150 IU haftada 3 kez eklenebilir. 1 yıllık tedavide %80 oranında gebelik elde edilir.
Testikülar azospermide tedavi mikroenjeksiyon yöntemi ile tüp bebek uygulamasıdır. Yumurtalıklardan farklı yöntemler ile sperm elde edilebilir.
Posttestikülar azospermide direk olarak tüp bebek planlanabileceği gibi cerrahi tedavi de planlanabilir. Geriye ejekülasyonda ilaç tedavisi denenebilir.
Organ alacak hastalar öncelikle kan grubu uyumuna, daha sonrada doku grubu uyumuna göre belirlenir.
Kan ve doku uyumu yanı sıra hastanın tıbbi aciliyet durumu göz önünde bulundurulur.
Cins, ırk, din, zengin-fakir ayırımı yapılmaz.
Bu teknikler 10 yıl kadar önce popülerlik kazanmış ancak oluşturdukları komplikasyonlar (asimetri, fibrozis gibi) nedeni ile günümüzde terk edilmiştir. Kliniğimizde yüz germe ameliyatları açık ve kapalı (endoskopik) tekniklerle başarı ile uygulanmaktadır.
Nükleer tıpta pek çok radyoaktif madde kullanılmaktadır ve bunların hemen hepsinde süte geçme olasılığı vardır. Tetkikiniz öncesinde nükleer tıp doktoruna durumunuz konusunda bilgi veriniz ve sizi tetkikte kullanılan radyoaktif madde hakkında ve bu konuda yapmanız gerekenler konusunda bilgilendirmesini isteyiniz.
Musküler tortikolis boyun eğriliği demektir. Birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Boyunu sabitleyen ve hareketlerine katkıda bulunan sternokleidomastoid kasının sertleşmesine bağlı gelişir. Bebeğin boynu kalınlaşan kasın olduğu tarafa eğrilirken, bebeğin yüzü karşı tarafa yönelir. Bir yaşından küçük bebekler germe egzersizleri ile takip edilirler. Bir yaşını geçen ve germe egzersizlerinden fayda görmeyen bebeklerde cerrahi tedavi planlanır. Cerrahi tedavide ise sert olan boyun kasının bir kısmı çıkarılarak eğrilik giderilir. Bu işlem sonrası hastalar 1 gece yatırılarak izlenir ve bir ay boyunca boyunlukla takip edilirler.
Musküler tortikolis boyun eğriliği demektir. Birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Boyunu sabitleyen ve hareketlerine katkıda bulunan sternokleidomastoid kasının sertleşmesine bağlı gelişir. Bebeğin boynu kalınlaşan kasın olduğu tarafa eğrilirken, bebeğin yüzü karşı tarafa yönelir. Bir yaşından küçük bebekler germe egzersizleri ile takip edilirler. Bir yaşını geçen ve germe egzersizlerinden fayda görmeyen bebeklerde cerrahi tedavi planlanır. Cerrahi tedavide ise sert olan boyun kasının bir kısmı çıkarılarak eğrilik giderilir. Bu işlem sonrası hastalar 1 gece yatırılarak izlenir ve bir ay boyunca boyunlukla takip edilirler.
Göbek düştükten sonra göbekte olan sarı akıntı göbek granülomuna bağlıdır. Göbek granülomu poliklinikte gümüş nitratla koterize edilerek tedavi edilir. Bazı durumlarda birkaç kez gümüş nitrat uygulaması gerekebilir. Göbekten olan kanlı akıntı infeksiyona bağlı olabileceği gibi kanama bozukluklarının bulgusu olabilir ve mutlaka uzman hekimler tarafından araştırılması gerekir. Yenidoğanlarda göbekten olan iltihabi akıntı ve göbek etrafında kızarıklık olması olası bir göbek infeksiyonunu düşündürür ve mutlaka tedavi gerektirir. Göbekten ender olarak idrar veya barsak içeriğide gelebilir. Bu gibi durumlarda çocuk cerrahisi uzmanına başvurulmalıdır.
Bebeklerin gözleri dış uyaranlara çok hassastır ve gözleri tozlu veya yoğun ışıklı ortamlarda refleks olarak yaşarabilir. Ancak, doğumdan hemen sonra ortaya çıkan, tek taraflı ve iki taraflı olan, süreklilik arz eden ve çapaklanmanın eşlik ettiği gözlerin sulanma durumu göz yaşı kanallarının tıkalı olduğunu düşündürmelidir. Bebeklerde göz sulanması daha nadir olarak gelişimsel kapak hastalıklarına ve diğer göz hastalıklarına bağlı ortaya çıkabilir. Bu nedenlerden dolayı gözlerinde sulanma olan bebklerin bir göz hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmesi gereklidir. Bebeklerde göz yaşı kanal tıkanıklıklarının büyük çoğunluğu yaşamın ilk yılı içinde açılır ve sulanma sona erer. Bir yaşından sonra devam eden göz yaşı kanal tıkanıklıkları cerrahi müdahele ile tedavi edilmektedir.
Hava kirliliği, aşırı sıcak ve soğuklardan kaçınılarak her türlü ortamda fiziksel aktivite ve egzersiz yapabilirsiniz. Bu çerçevede, belediyelere ait yürüyüş/koşu parkurları ve çeşitli kas gruplarının kuvvetlenmesine ve esneklik ve dengenin geliştirilmesine olanak sağlayan aletler uygun ortamlar sağlarlar. Diğer yandan bilinçsiz yapılan hareketler ani travmatik yaralanmalara sebebiyet verebileceği gibi, uzun sürede oluşabilecek aşırı kullanım yaralanmalarına da neden olabilir. Bu aletleri kullanmadan önce vücudun yeterince ısınmış olması gerekirken, hareketin yapıldığı genişliğe, hıza ve yüklenmeye her seferinde daha düşükten başlanmalıdır. Ayrıca kişilerin hareketin vücudun hangi kısmını çalıştırdığını ve bu egzersizin kendileri için bir risk teşkil edip etmeyeceğini bilmesi gerekir. Hareketin nasıl yapılması gerektiğini bildiren tanıtıcı tabelaların yerleştirilmesi ve aletlerin olağan kontrollerinin sağlanarak yaralanma riski içeren ya da eskimiş olanların onarılması/değiştirilmesi önem taşımaktadır.
Kritik hastalık sürecinde hastalar yeterince gıda alamamaktadır. Bazen mide ve bağırsaklar yeterince iyi çalışmayabilir. Bu durumlarda beslenme desteği farklı yollardan verilebilmektedir. Beslenme burundan mideye gönderilen bir beslenme tüpünden sağlanabilir. Ancak sindirim kanalının çalışmadığı durumlarda damar yoluyla beslenme sağlanabilmektedir. Beslenmenin olabildiğince doğal olan yoldan, ağızdan veya mideden beslenme şekilde yapılması tercih edilmektedir. Ancak bazen çok uzun süre ağızdan beslenmeyecek hastalara deriden mideye veya bağırsağa bir tüp yerleştirilmesi gerekmektedir.
Vitamin A ile kimyasal olarak benzer bir anti-oksidan olan beta-karoten sebze ve meyvelerde bulunur ve sebze ve meyve tüketmek kanser riskini azalttığı için yüksek dozlarda ek beta-karoten alımının kanser riskini azaltabileceğini düşünmek mantıklıdır. Ancak tablet halinde alınan beta-karoten ve/veya A vitamini kullanımı sigara içenlerde akciğer kanseri riskini artırmıştır (azaltmamıştır).
Beyin fonksiyonlarının tamamen geri dönülmez şekilde kaybolmasıdır. Mutlak ölümle sonuçlanır. Beyin ölümü olan hastanın sadece nabzı ve kalp atımları alınabilmektedir. Beyin ölümü tanısı, kanunla belirlenmiş kurallar çerçevesinde çeşitli anabilim dallarından (Nöroloji, Nöroşirürji, Kardiyoloji ve Anestezi-reanimasyon ) eğitimli uzmanlar tarafından konulmaktadır. Tüm hekimler onayladıktan sonra beyin ölümü tanısı konulmaktadır. Hastalar tekrar tekrar muayene edilerek beyin fonksiyonlarının tümünün kaybından emin olunmaktadır. Hastanın kendi kendine solunumun tamamen olmadığını gösteren “solunum yokluğu (apne) testi" ile birlikte doğrulayıcı testler mutlaka yapılmaktadır.
Tüm beyin, beyincik ve hayati merkezlerin yer aldığı beyin sapı denilen özel beyin bölgesinin fonksiyonlarının geri dönülmez şekilde kaybolduğu ve mutlak ölümle sonuçlanan bir süreçtir.
Beyin ölümü kavramı ile Koma, Bitkisel hayat ifadeleri karışmaktadır. Koma ve Bitkisel hayat tanısı alan hastalarda bazı beyin fonksiyonları çalışmaktadır ve tıbbi destek ile hasta yaşamına yıllarca devam etmektedir.
Beyin ölümünde ise hastaya ne kadar tıbbi destek sağlarsanız sağlayın hastanın yaşaması mümkün değildir ve ölüm en kısa sürede gerçekleşmektedir.
Beyin tümörü de diğer organların tümörlerine benzer şekilde kontrolsüz büyüyen hücrelerin beyinde oluşturduğu kitledir. Ancak beyin pek çok kritik fonksiyonunun merkezi olduğundan, bu organda ortaya çıkan tümörlerin ciddi sonuçları vardır. Tüm tümörler için olduğu gibi beyin tümörü tanısı için de en doğru tek yol biyopsidir. Cerrah biyopsi yapar ve patolog kesin tanı koyar ve tümörün iyi huylu veya kötü huylu olup olmadığını belirtir.
Bipolar bozukluğun tedavisinde değerlendirme anındaki belirtilere yönelik tedavinin yanında, tekrar mani veya depresyon dönemi gelişmesini önlemeye yönelik tedavi yaklaşımları önemlidir.
Aşağıdaki etmenler değerlendirilerek doktorunuz tarafından tedavinizin nasıl yürütüleceğine karar verilir:
• Yaşınız, genel tıbbi durumunuz, geçmiş tıbbi öykünüz
• Hastalığın belirtilerin yaygınlığı ve şiddeti
• Tedavilere uygunluğunuz ve toleransınız
• Tedavi ile ilgili beklentileriniz
Tedavi aşağıdakilerden bir tanesini veya bunların kombinasyonlarını içerir
• Duygudurum düzenleyici ilaçlar
• Antipsikotik ilaçlar
• Antidepresan ilaçlar
• Elektrokonvulzif tedavi (EKT)
Bipolar bozukluk dönemsel olarak ortaya çıkan taşkınlık, yükselmiş duygudurum, artmış enerji, aşırı özgüven, uyku veya dinlenme ihtiyacında ileri derecede azalma, artmış hareketlilik, zevk verici aktivitelerle aşırı uğraş, artmış konuşma miktarı, düşüncelerde hızlanma ile karakterize manik dönemler ve depresyon dönemleri ile karakterize bir bozukluktur.
The intervention commonly known as bionic ear surgery involves surgery for the placement of a cochlear implant and an auditory brainstem implant. These surgeries are used when the patient has extensive hearing loss or suffers from an underdeveloped auditory nerve or inner ear. These surgeries are most commonly carried out at the Hacettepe University center.
Doku ve hücrelerin mikroskop altında incelenebilmesi için çıkarılması olarak tanımlanır. Doku veya sıvı örneği ince bir iğne yardımıyla çıkarıldığında işleme iğne biyopsisi veya ince iğne aspirasyonu adı verilir. Biyopsi örneği genellikle küçüktür ancak mevcut anomaliyi yeterince temsil edebilecek kadar da büyük olması gerekir, aksi taktirde biyopsinin incelenmesinden sağlıklı sonuç alınamayabilir. Bazen anomalinin tümünün çıkarılması gerekmektedir ki sıklıkla tanı yanısıra tedavi amaçlı olan bu durumda patolojiye çok daha büyük bir parça, hatta tüm bir organ gönderilebilir. Bu tür biyopsiye eksizyonel biyopsi adı verilir.
Biyopsi örneği %10’luk formol solüsyonu ile dolu bir kap içerisine konularak patoloji bölümüne ulaştırılır, bu sıvı dokuların bozulmasına engel olur, aksi taktirde örnekler patolojik inceleme için uygun olmaktan çıkar. Biyopsi örnekleri bu şekilde oda sıcaklığında uzun süre saklanabilir. Ancak formol içerisinde saklanan doku bozulmamakla beraber bu süre uzadığında ( 72 saati geçmemesi tercih edilir) formol sonradan gerekebilecek olan bir takım ek tetkikleri olumsuz etkileyebileceğinden örneğin en kısa zamanda patoloji bölümüne ulaştırılması idealdir. Daha sonradan patoloji bölümünde örnekler paraffin içine gömülü bloklar olarak oda sıcaklığında saklanır. Bu bloklardan elde edilen ve cam üzerine konulan ince kesitler özel boyalarla boyanarak mikroskop altında incelenen preperatlar haline gelir. Bu preperatlar da oda sıcaklığında saklanır.
Halk arasında kanserli dokudan biyopsi yapılması veya kanserli dokunun cerrahi olarak çıkarılmasının hastalığın yayılmasına neden olduğuna dair inanış doğru değildir. Deneyimli bir hekim tarafından uygun yöntemlerle ve uygun şekilde yapılacak biyopsi ve cerrahi eksizyon (tümörün çıkarılması) tanı konması ve uygun tedavinin planlanması açısından gereklidir.
Böbrek üstü bezinin az çalıştığı durumlar adrenal yetmezlik olarak adlandırılır. Adrenal yetmezliğin bir çok nedeni olmakla beraber en sık karşılaşılan nedenler vücudun kendi dokularını yabancı tanıyıp ona reaksiyon göstermesi (otoimmün hastalık), tuberküloz, cerrahi olarak adrenal bezlerin çıkarılması gibi nedenlerdir. Böbrek üstü bezi az çalışan hastaların en önemli şikayetleri halsizlik,yorgunluk, bulantı, karın ağrısı, fenalık hissi, renkte koyulaşmadır. Tuz kaybettikleri için tuz açlığı hissederler. Tansiyonları çok düşebilir. Buna bağlı baygınlık nöbetleri olabilir. Fark edilmezse ölümcül olabilir. Tedavisinde eksik hormonu yerine koymak gerekir. Kortizon bir stres hormonudur ve stres durumlarında daha çok artar. Bu hastalarda da hafif veya ağır stres durumlarında ilaç dozunu düzenlemek gerekir.
Hastalar özellikle yaz aylarında sıvı ve tuzu terleme ile kaybederlerse bu şikayetleri tekrarlar. İlaç dozunu artırmak gerekir.
Vücudun sadece belirli bir kısmının uyuşturulmasına bölgesel (rejyonel) anestezi denir. İki ana başlıkta anlatılabilir. Omurga içerisindeki sinirlerin belli bir seviyeden sonra uyuşturulması santral blok (epidural/spinal) uygulamaları, tek bir sinirin, sinir stimülatörü ya da ultrasonografi eşliğinde uyuşturulmasına periferik sinir blok uygulamaları şeklinde tanımlanır.
Brakiterapide (internal radyoterapi) radyoaktif kaynak doğrudan tümör içerisine (interstisiyel) veya vücut boşluklarına (intrakaviter vb.) yerleştirilir. Brakiterapi, rahim ağzı, rahim, meme, prostat, akciğer vb. kanserlerin tedavisinde tek başına ya da eksternal radyoterapi ile birlikte uygulanabilmektedir. Bu işlem günümüzde daha çok uzaktan kumandalı sonradan yüklemeli cihazlar yardımı ile gerçekleştirilmektedir. İşlem sırasında radyoaktif kaynak özel bir bağlantı tüpü aracılığı ile gönderilir ve işlem sonrası da radyoaktif kaynak tekrar cihaza geri çekilir.
Bronkoskopi, ince, ucu kıvrılabilir bir kamera ile (fiberoptik bronkoskop) ile burun veya ağız yoluyla girilerek, akciğerlerdeki büyük hava yollarının (bronşların) değerlendirilmesi işlemidir. İşlem esnasında, boğaz, gırtlak, nefes borusu ve bronş ağacı değerlendirilir. Biyopsi penslerinin geçebileceği bir kanala sahip olan bronkoskop ile patolojik olduğu düşünülen yerlerden biyopsi alınması mümkündür. Fiberoptik bronkoskopi lokal anestezi ile veya hafif sedasyonla yapılabilir.
Rijid bronkoskopi, genel anestezi altında sadece ağız yoluyla uygulanan, esnek olmayan açık bir tüp şeklindedir. Genellikle yabancı cisim çıkarılması veya tedavi amaçlı yapılan işlemler sırasında kullanılır.
Tedaviye rağmen bulantı ve kusması olan her hasta gerektiğinde ek ilaç verilmesi amacıyla bu konuda tedavi veren hekimi bilgilendirmelidir. Bulantı kemoterapi dışı nedenlerle de olabileceği için hekimin değerlendirmesi önemlidir.
We prefer to use general anesthetic during nose surgery, provided that a very important condition with the patient does not prevent its use or the patient wishes to use another option. General anesthetic is preferred to ensure comfort and convenience for both the patient and the surgeon.
In adults, nasal blockages may be caused by a deviated septum, enlarged turbinates (concha hypertrophy), conditions causing the nasal mucosa to become enlarged (influenza, allergies), nasal polyps commonly observed with allergies and sinusitis. Whereas swelling in the nasal mucosa may be treated with drugs, other conditions causing nasal blockages may require surgery if they are severe enough to affect quality of life and cause the patient to breathe through their mouths for the majority of the day and night.
Anestezi doktorunu ameliyat olacak hastayı muayene ederek gerek olursa ilgili bölüm görüşlerinin alınmasını sağlar. Soruları cevaplar. Muayenelerin sonucunda hastaya uygun anestezi yöntemini seçer ve bu konuda hastaya bilgi verir.
Obezite cerrahisi aşırı obez hastalarda uygulanabilecek tedavi yöntemlerinden birisidir. Her durumda obezitenin ilk tedavisi sağlıklı beslenme, besin miktarını azaltma, günlük aktiviteleri artırma, eksersizdir. Bazı alternatif tedavi yöntemleri bir çok obes hasta tarafından kullanılmasına rağmen uzun süreçte başarılı sonuç yoktur. Bunun tipik örneği akupunktur tedavisidir. Hastaların büyük kısmı tedavi sürecinde esas olarak çok sıkı beslenmelerini azalttıkları için kilo verirken tedavi bitmesi, hastanın sağlıklı beslenme alışkanlığını devam ettirememesi sonucu gene kilo almalar başlamaktadır.
Cerrahi tedavi özellikle obeziteye bağlı bozuklukların (kalp hastalığı, kontrolsuz hipertansiyon, kontrolsuz şeker hatalığı) çıktığı hastalarda uygulanabilir bir yöntemdir. Obezite cerrahisi hastanın mide hacmını küçültmektedir. Bu tedavi ile de %100 başarı sağlamak mümkün değildir. Hastaların cerrahi sonrası çok daha düzenli beslenmeleri gerekir. Cerrahinin neden olabileceği bozukluklar kendilerine iyi anlatılmalıdır. Cerrahi öncesi mutlaka detaylı bir psikiatrik ve endokrin değerlendirme yapılmalıdır. Hastaların cerrahi sonrasında endokrin ve psikiatri takiplerine devam etmeleri cerrahi başarıyı artıracaktır.
Cilt kanseri iyi bir gözlem ile çok erken dönemde tanı konabilen ve tedavi edilebilen bir kanser türüdür. Cilt kanserleri ABCDE yöntemi ile kolayca tanınabilir. Bunlar;
-
• A: Asimetri :benin bir yarısının diğer yarsından farklı olması
-
• B: Kenar düzensizliği: kenarları eşit olmayıp kalkık ya da çentikli olması
-
• C: Renk değişikliği, düzensizliği: birden çok renk içermesi, homojen bir renge sahip olmaması
-
• D: Büyüklük ve çap değişikliği: çapında ani bir büyüme olması
-
• E: Kabarıklık: benin bir bölgesinin yukarı doğru kabarması
Çene ameliyatları, plastik cerrahinin en temel konuları arasındadır. Çeşitli ağız kapanış bozuklukları kliniğimizde yıllardır başarı ile tedavi edilmektedir.
-
• Tedavinizden sonraki ilk birkaç gün yalnız uyuyunuz. Bu süre zarfında öpüşmeyiniz ve cinsel ilişkide bulunmayınız. Özellikle çocuklar ve hamile kadınlarla uzun süre yakın fiziksel temasta bulunmaktan kaçınınız. Çocukların ve anne karnındaki bebeklerin tiroid bezleri, radyoaktif iyota karşı yetişkinlerden daha duyarlıdır.
-
• Eğer hamile iseniz veya hamilelik olasılığı varsa hekiminizle mutlaka konuşunuz. Bu tedavi hamilelere uygulanmaz. Eğer hamile kalmak istiyorsanız bunun tedavinizden ne kadar sonra olabileceğini hekiminiz ile tartışınız.
-
• Eğer emzikli iseniz, emzirmeyi durdurunuz. Çünkü radyoaktif iyot anne sütüne de geçer.
-
• Tuvalete her gidişinizden sonra ellerinizi bol su ve sabunla yıkayınız.
-
• Tuvaleti özellikle temiz tutunuz ve her kullanımdan sonra 2-3 kere yıkayınız.
-
• Banyo küveti ve lavabonuzu her kullanımdan sonra yıkayınız. Banyonuzu temiz tutmak, tükrük ve ter yolu ile çıkan radyoaktif iyotun bulaşma olasılığını azaltır.
-
• Su veya meyve suyu gibi sıvı içeceklerden bol bol içiniz. Bu idrarınızı çoğaltıp sıklaştırarak, radyoaktif iyotun vücudunuzdan daha çabuk atılmasını sağlayacaktır.
-
• Tedaviden sonraki ilk birkaç gün herkesten ayrı yemek araçları kullanınız (çatal, kaşık, tabak, bardak,vs.) ve bunları ayrı yıkayınız.
-
• Havlu ve bornozunuz ayrı olsun. Havlunuzu, yatak ve yastık çarşafınızı, iç çamaşırlarınızı ayrı yıkayınız.
Çene ekleminizde bir harabiyet olmuş olabilir. Yumuşak şeyler tüketin, sakız çiğnemeyin ve en kısa zamanda bir plastik cerraha muayene olun.
Infections in the upper respiratory tract usually result from viral infections. They can generally be treated without having to resort to the use of antibiotics. Antibiotics may be needed if you require a doctor’s assistance during an acute attack. If infections occur frequently, then an examination may need to be conducted by a doctor to check for problems with the immune system. If your child’s illness shows no signs of relief, then taking a break from kindergarten may help improve his condition.
Çocuklarda kaza ile temizlik maddelerinin alınması çok sık görülmektedir. Bu maddeler yemek borusunda yanıklara ve buna bağlı darlıklara neden olabilir. Bu nedenle bu maddelerin çocukların ulaşamayacağı yerlerde, ağzı kolay açılamayan kaplarda saklanması gerekir. Yanlışlıkla bu maddelerin ağızdan alınması durumunda acil servise başvurulması gerekir. Kusturma, mide yıkama veya yemek yedirme gibi girişimler, yakıcı madde yemek borusundan bir kez daha geçerken hasarı arttıracağından önerilmemektedir. Hatta kesinlikle kaçınılması gerekir. Bu çocuklar acil serviste ilk yardım yapıldıktan sonra yemek borusunda oluşan hasarın değerlendirilmesi amacıyla endoskop ile incelenmelidir.
In such cases a detailed ear examination should be carried out and a medical history obtained before a series of audio tests are conducted. The test should be conducted and interpreted at an experienced audiology center in order not to overlook a possible loss in hearing. A hearing aid should be prescribed to patients that are diagnosed with hearing loss and the problem should be monitored.
If your child sleeps with their mouth open or snores or complains of breathing difficulties during sleep, this indicates the presence of an enlarged adenoid in the posterior of the nasal cavity that is blocking the nasal passage. In such cases an ear, nose and throat specialist should be consulted. The adenoid may have to be removed through surgery depending on the outcome of the examination.
Doğum lekeleri birden fazla tipte olabilir. En sık görülenleri yaş ile gerilese de net bir cevap alabilmeniz için lütfen bir plastik cerraha başvurunuz.
No. This is a misconception. Tonsils are a defense mechanism of the respiratory system. However, if it leads to chronic illnesses and blockages, they may be doing more harm than good. Removing the tonsils in such cases will not lead to increased infections or more severe symptoms than usual. Our body has numerous defense mechanisms that will be able to fend off illnesses in the absence of tonsils.
Karın ağrısı çocuklarda sık karşılaşılan bir yakınmadır. Yaş, ağrının şekli, yerleşimi ve yayılması, beraberinde görülen diğer yakınmalar ağrının nedenine göre değişebilir. Öykü ve fiziksel inceleme ile bazı acil cerrahi girişim gerektiren hastalıklar tanınabilir, daha sonra gerekli diğer incelemeler planlanır. Karın ağrısı erken tanınmadığında hayatı tehdit edebilecek bazı hastalıkların belirtisi olabilir. Bu nedenle karın ağrısı olduğunda nedeni belli olmadan ağrı kesici verilmemeli, mutlaka doktora başvurulmalıdır.
No. This is a fluid that builds up in your child’s ear when they suffer from an upper respiratory tract infection. While this may dry up on its own after the infection has abated, it may persist afterwards in some children. The bath water escaping into the ear will be present in the outer ear. The fluid being referred to here is present behind the eardrum.
The buildup of fluid in your child’s ear is due to an infection your child has suffered in their upper respiratory tract. No additional treatment is necessary if the body is able to expel the fluid after a certain time. However, in cases where the presence of the fluid persists, this may lead to loss of hearing in the child and may result in complications requiring ear surgery. The child will need to be closely monitored to avoid this. If the fluid is not depleted after three months, then a surgical intervention involving the placement of a tube inside the ear drum will be required to ventilate the ear.
Özkıyım davranışı tüm dünyada bir halk sağlığı sorunudur. Çocuk ve ergenlerde ergenlik döneminde daha fazla olmak üzere özkıyım davranışı görülebilmektedir. Ergenlerde yatarak psikiyatrik tedavi görme nedenleri arasında ilk sıralardadır. Özkıyım girişimi kızlarda daha sık iken tamamlanmış özkıyımlar hemen her yaşta erkeklerde daha fazla görülmektedir.
Özkıyım davranışı olan çocuk ve ergenlerde depresyon ve bipolar duygudurum bozukluğu başta olmak üzere duygudurum bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu, alkol ve madde kullanım bozuklukları, psikotik bozukluklar, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikiyatrik hastalıklar olabilmektedir. Özkıyım davranışı ile ilişkili olabilen dürtüsel agresyonun biyolojik nedenlerinin dışında daha önce özkıyım girişiminin ve kendine zarar verme davranışının olması risk etkenleri arasındadır. Ümitsizlik, problem çözme becerilerinde yetersizlik, agresyon, dürtüsellik ve düşük benlik saygısı gibi bireysel özelliklerin ve genetik etkenlerin özkıyım davranışı ile ilişkili olabileceği gösterilmiştir. Stresli ve travmatik yaşam olayları, zorbalığa ya da duygusal, fiziksel ve cinsel istismara maruz kalma, kronik tıbbi bir hastalığın bulunması riski arttıran nedenler arasında olabilmektedir. Çocuk ve ergenlerin anne babalarında psikiyatrik hastalık ve alkol madde kullanımının olması, ailede saldırganlık, kronik stres, kaotik bir aile ortamının olması, anne baba ile iletişim yetersizliği ve güvensiz bağlanma gibi durumlar da özkıyım davranışı olan çocuk ve ergenlerde sık görülen durumlardır. Çocuk ve ergenlerdeki özkıyım girişimlerinde akranlarda benzer davranışın olması ve medyada özkıyım davranışı ile ilişkili haberlerin uygunsuz verilişinin de önemi olabilmektedir. Sosyoekonomik düzeyin düşük olması, özkıyım yöntemlerine ulaşabilme kolaylığı, sosyal çevreye ve değerlere bağlılığın az olması ve sosyal desteğin yetersiz olması risk etkenleri arasında sayılabilir. Risk etkenlerinin yoğun olduğu durumlarda okul başarısızlığı, ilişkilerde yaşanan problemler ve yasal bir sorun yaşanması gibi durumlar özkıyım davranışını tetikleyici olabilmektedir.
Evet. Her yaş grubundaki hastada cerrahi bir işlem yapılması gerekliliği varsa anestezi uygulaması da yapılabilir.
Çocukluk çağında göz yaşı kanalı tıkanıklıkları, göz enfeksiyonları, göz tembelliği, göz allerjisi, şaşılık, göz tümörleri, kalıtımsal göz hastalıkları (tavuk karası gibi) sık görülebildiği gibi aynı zamanda çocukların göz travmalarına da çok açık oldukları unutulmamalıdır. Çocuklar her zamn görme ile ilgili şikayetlerini ifade edemeyebilir. Her çocuğun hayatın ilk 5 yılında göz ve görme muayenesinden geçmesi önerilmektedir.
Çocuğun yaşına ve kanamanın niteliğine göre makattan kan gelmesi değişik nedenlere bağlı olabilir. Anal fissür, barsak düğümlenmesi, polipler, iltihabi barsak hastalıkları, kanama bozukluğu yapan sistemik hastalıklar gibi pekçok farklı nedene bağlı olabileceğinden, bu yakınmayla karşılaşıldığında doktora başvurulmalı ve gerekli incelemeler planlanmalıdır.
Kasık fıtığı tanısı konulduktan sonra en erken, en uygun zamanda ameliyat edilmelidir. Fıtık ameliyatı sonrası hastalar izlem ve beslenmeyi takiben günübirlik cerrahi bölümünden taburcu edilirler. Ek hastalığı olan veya düşük doğum ağırlıklı prematüre bebekler yatırılarak izlenebilir. Ailelere ameliyat sonrası kontrol ve ağrı tedavisi hakkında gerekli öneriler hastaneden ayrılırken verilmektedir.
Spora katılım öncesi çocukların da erişkinlerde olduğu gibi uzman bir spor hekimi tarafından değerlendirilmesi önerilmektedir. Özellikle spora katılımı engelleyecek hastalıkların tespiti, yaralanma riskini artırabilecek anatomik nedenler spora katılım öncesi değerlendirmede saptanabilir. Eğer çocuk düzenli olarak spor yapıyorsa, en az yılda bir hekim tarafından sağlık kontrolünden geçirilmelidir. Bu muayenede en önemli değerlendirme, çocuğun ve ailesinin öyküsünün iyi bir şekilde alınması ve çocuğun fizik muayenesidir. Ancak çocuğun gelecekte sporcu olması hedefleniyorsa, düşünülen spora uygun fiziksel özelliklerinin ve gelişimin değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme esnasında antrenman şiddeti ve sıklığının çocuğun yaşına ve fiziksel özelliklerine uygun olup olmadığının belirlenmesi, gereğinde aileye çocuk sporcu için beslenme önerilerinde bulunulması gerekir.
Vitamin D eksikliği vücutta bir çok bozukluklara neden olabilir. Son yıllarda bu eksikliğe bağlı olarak koroner arter hastalığı, hipertansiyon, bazı kanser türleri, şeker hastalığı ortaya çıkma riskinin arttığı gösterilmiştir. Vitamin D’ nin iyi bilinen etkisi kas-kemik üzerindedir. Vitamin D kalsiyumun ince barsaktan emilimini artırarak kemik dokuda iyi bir sertleşme olmasını, kas kasılmasını düzenleyerek gene kemik gücünün artmasını sağlar. Vitamin D eksikliğinde çocuklarda raşitizm denen kemiklerde şekil bozukluğu, geç diş çıkması, kas güçsüzlüğü ile giden bir hastalık ortaya çıkar. Yetişkinlerde ise osteomalazi denilen hastalıklı, çok iyi sertleşememiş kemik dokunun ortaya çıkmasına neden olur. Bu yumuşak kemikler baskı altında hızla şekil değişikliğine uğrarlar. Ayrıca kandaki kalsiyumun düşmesine bağlı olarak kas doku yanı sıra bir çok organın işlevinde bozukluk ortaya çıkabilir.
Evet, etkiler. Bunun nedeni damak yarığı hastalığında etkilenen yumuşak damak kaslarının uygunsuz yerleşimleridir. Bu durum ameliyatla tedavi edilmekle beraber takibinin konuşma patoloğu eşliğinde yapılması gereklidir. Bu ameliyatlar kliniğimizde yapılmaktadır.
Aşağıdaki etmenler değerlendirilerek doktorunuz tarafından tedavinizin nasıl yürütüleceğine karar verilir:
• Yaşınız, genel tıbbi durumunuz, geçmiş tıbbi öykünüz
• Hastalığın belirtilerin yaygınlığı ve şiddeti
• Tedavilere uygunluğunuz ve toleransınız
• Tedavi ile ilgili beklentileriniz
Tedavi aşağıdakilerden bir tanesini veya bunların kombinasyonlarını içerir
• Antidepresan ilaçlar
• Antipsikotik ilaçlar
• Duygudurum düzenleyici ilaçlar
• Elektrokonvulzif tedavi (EKT)
• Tekrarlayıcı transkraniyal manyetik stimülasyon
• Psikoterapi
Günlük hayatta gözlenebilen üzüntünün ötesinde çökkünlük, günlük aktivitelere karşı ilginin kaybı ve aktivitelerden zevk alamama ile karakterize bir ruhsal bozukluktur. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla yaklaşık iki kat daha fazladır.
Aşağıdakiler depresyonun en sık karşılaşılan belirtileridir. Her birey bu belirtileri farklı düzeyde yaşayabilir.
• Süreğen üzüntülü ve/veya bunaltılı duygudurum
• Daha önceden zevk alınan aktivitelere isteğin kaybı
• Aşırı Ağlama
• Artmış huzursuzluk
• Dikkati toplamada güçlük, karar vermede zorluk
• Azalmış enerji
• Ölüm veya intihar düşünceleri, intihar girişimleri
• Artmış suçluluk, ümitsizlik düşünceleri
• Azalmış veya artmış iştah
• Vücut ağırlığı değişiklikleri
• Uyku bozukluğu
Diğer hastalıklarda olduğu gibi depresyon da farklı tiplerde ortaya çıkabilir. Aşağıdakiler depresyonun en sık rastlanan tipleridirler:
-
• Majör Depresyon: Bireyin çalışmasını, uykusunu, yemek yemesini ve daha önceden zevk alınan aktivitelere katılımını bozan depresif belirtilerin bir kombinasyonu şeklinde ortaya çıkar. Çeşitli alanlarda işlevi bozan depresyon dönemleri yaşamboyu bir veya daha fazla sayıda ortaya çıkabilir.
-
• Distimi: Bireyin kendini iyi hissetmesini ve tam düzeyde işlev göstermesini engelleyen, uzun dönemli, kronik olarak çökkün duygudurum ile karakterize, majör depresyondaki kadar yaygın ve şiddetli olmasa da diğer belirtilerin de eşlik edebildiği bir bozukluktur.
-
• Bipolar bozukluğun depresyon dönemleri: Kronik ve tekrar edici nitelikte tekrar eden hipomanik, manik dönemlere eşlik eden depresyon dönemleridir.
The most common cause of dizziness is sudden loss of blood pressure resulting from the person rising quickly from a sleeping or sitting position. This is known as orthostatic hypotension. This can generally be prevented by taking care to make such movements more slowly. Another common cause is BPPV, sometimes referred to as the dislodging of ear crystals. This condition involves the microscopic crystals in the inner ear’s balance center being displaced from their usual location, resulting in severe bouts of dizziness. The condition is purely due to mechanics. Diagnosis and treatment can easily and quickly be carried out with a series of maneuvers. While other causes of dizziness are quite rare, they can be diagnosed and treated with ease at our ear, nose, and throat department.
İyi kontrol ve takip edilmeyen diyabet, kan şekerinin yükselmesine ve uzun dönemde gözde özellikle göz dibinde (retina tabakasında) hasara neden olur. Göz dibinde kanama, ödem (sıvı toplanması), görme merkezinde (makula) değişiklikler ve tedavi edilmediğinde ilerleyen dönemde göz içine kanama (vitreus hemorajisi) ve retina tabakasında ayrılmaya (retina dekolmanı) neden olabilir. Ayrıca, Diyabetlilerde katarakt hastalığına daha sık ve daha erken yaşlarda rastlanır.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu gelişim dönemleri boyunca devam edebilen, her dönemde farklı sorunlarla görülebilen ve erişkinlikte de sürebilecek süreğen dikkatsizlik ve/ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik ile karakterize kronik bir nörogelişimsel bozukluktur.
DEHB tanısı koymada kullanılabilecek her hangi bir laboratuar testi yoktur. Klinik tanı olması nedeniyle, tanı süreci uzman hekim tarafından yapılacak değerlendirmeleri ve anababa ve öğretmen görüşmesi ve ölçeklerinin kullanılmasını içerir.
DEHB tanısı konulan çocuk ve gençler okul sorunları, planlama güçlükleri, dürtüsellik, kaygı, kendine güven sorunları, madde kullanımı gibi birçok yakınma ile başvurabilirler. DEHB tanısı konulurken, DEHB benzeri belirtilere neden olabilecek birçok medikal ve psikiyatrik durumun ayırt edilmesi gereklidir. Bu nedenle tanı sürecinde ayrıntılı bir medikal ve psikiyatrik öykü alınması ve gerekli gelişimsel ve medikal değerlendirilmelerin yapılması önemlidir. DEHB ayırıcı tanısında hemen her şey düşünülebilir.
Dikkat eksikliği/aşırı hareketlilik bozukluğunun (DEHB) temel özelliği işlevsellik ya da gelişimi bozucu etkisi olan, süreğen dikkatsizlik ve/ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik örüntüsüdür. Dikkat Eksikliği; dikkat süresi ve yoğunluğunun kişinin yaş ve gelişim düzeyine göre beklenenden az olması olarak tanımlanabilir. Kısa dikkat süresi, dış uyaranlarla dikkatin kolayca dağılabilmesi, odaklanamama, başladığı işleri bitirememe ya da sürdürememe, planlama sorunları, organizasyon güçlükleri, eşyalarını sık kaybetme ya da günlük işlerinde unutkanlık gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Dikkat eksikliği olan çocuk/ergenler bir konuya dikkatlerini verebilseler de dikkatlerini sürdürmede, kurallar ve yönergeleri hatırlama ve takip etmekte, başladıkları işi bitirebilmekte güçlük yaşarlar. Bu nedenle de ödev yapmak gibi dikkat gerektiren işlerden zaman içinde kaçınmaya ya da bu işlerde isteksiz olmaya başlarlar. Uyaran tipine ve çevresel koşullara bağlı olarak dikkat süresi ve yoğunlukları değişebilir. Örneğin bilgisayar oyunu başında uzun süre dikkat sorunu yaşamadan oturabilir ya da sevdiği bir filmi başından sonuna bitirebilir. Ders çalışma sırasında da dış uyaranın fazla olduğu ortamlarda daha da zorlanırken bire bir çalışmalarda, uyaranların kontrol edildiği ortamlarda ve ilgisini çeken bir konuda daha uzun süre odaklanabilirler. Dikkat becerileri yaşla birlikte gelişerek gider, bu nedenle her çocuğun dikkat becerisi kendi yaş özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Aşırı hareketlilik (Hiperaktivite); kişinin yaş ve gelişim düzeyine göre beklenenden fazla hareketli olmasıdır. Yerinde duramama, kıpır kıpır olma, uzun süre oturamama, çok konuşma, sürekli hareket halinde olma gibi belirtilerle kendini gösterir. Hareketlilik yaşla birlikte azalma eğilimindedir, bununla birlikte özellikle egenler tarafından bir tür iç huzursuzluk, hareket etme isteği olarak tanımlanabilir. Aileler bu çocukları eli dursa ayağı durmuyor, sevdiği bir filmi izlerken bile koltuktan koltuğa yer değiştirir, öğretmenler de sürekli hareket halinde sırada otururken bile bir şeylerle oynar, eli kolu hareket halindedir diye tariflerler.
Dürtüsellik; kişinin yaş ve gelişim düzeyinden beklenen kendini kontrol becerilerini gösterememesi olarak tanımlanabilir. Acelecilik, sırasını bekleyememe, lafa söze karışma ve bekleyememe, düşünmeden hareket etme, aklına geleni aklına geldiği anda söyleme, düşündüğünü hemen yapıverme gibi belirtilerle kendini gösterir. Dürtüsellik nedeniyle DEHB tanısı verilen çocukların dürtüsellik nedeniyle sosyal bir takım güçlükleri yaşamaları çok olasıdır.
Bu belirtilerin DEHB tanısı olarak nitelenmesi için; belirti ve belirti düzeyinin çocuğun yaşı ve gelişim evresi açısından beklenen ile uyumlu olup olmadığının belirlenmesi gereklidir. Çocuğun dikkat eksikliği, hareketlilik ve dürtüsellik açısından belirtisi olduğunun düşünülmesi durumunda bu belirtilerin en az 6 ay olmak üzere uzun süredir devam ediyor olması ve hem ev hem okul gibi birden fazla ortamda görülmesi gereklidir.
Bu belirtiler yaşla birlikte farklı görünümlerle devam edebilmektedir. Dikkat eksikliği bunlar arasında en uzun süre devam eden belirtidir. Dikkat ve kendini kontrol becerilerinin yaşla birlikte artarak gelişmesi nedeniyle bu becerilerin en zayıf olduğu okul öncesi yaşlarda tanı koyabilmek oldukça güç olabilir. Ergenlik döneminde dürtüsellikte bir artış görülmesi nedeniyle gelişimsel olarak DEHB benzeri belirtiler görülebilir, bu nedenle DEHB tanısı konulması sürecinde iyi alınmış bir öykü ve ayrıntılı klinik değerlendirme daha da önem kazanır.
Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diabetes mellitus hastalığı kandaki glukozun (şekerin) kullanılamaması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Vücumuz günlük işlevini yürütürken (uykuda yada uyanıklık süresince) kullanacak bir yakıta ihtiyacı vardır. Bu yakıt sıklıkla glukoz dediğimiz şekerdir. Glukozun kullanılabilmesi için pankreastan salgılanan insulin hormonuna gereksinim vardır. İnsulin yetersiz olduğu veya etkili olamadığı durumlarda diabetes mellitus hastalığı ortaya çıkar. Yani vücut var olan şekeri kullanamaz.
Hastalığın en önemli belirtileri çok su içme, sık idrara çıkmadır. Sıklıkla yetişkin yaşta ortaya çıkan ve tip 2 dediğimiz diyabet şeklinde hastalar genellikle fazla kiloludurlar, hastalık öncesi kilo artışı olabilir. Buna karşılık insulin eksikliği ile giden ve daha çok gençlerde ortaya çıkan şeker hastalığında ise belirgin kilo kaybı olur. Diyabetik hastalarda vücudun herhangibir yerinde kadınlarda özellikle idrar yollarında ve genital bölgede sık enfeksiyonlar ortaya çıkabilir.
Diyabet tedavisinde ilk hedeflerden birisi hastanın normal kilosuna erişmesidir. Bu nedenle kilo fazlası olanların kilo vermesi , zayıf olanların ise kilo alması sağlanmalıdır. Hastalara yemek alışkanlığına göre ve vücudunun ihtiyacı olan kadar kalorili beslenme önerileri yapılır. İnsanlar glukozu en iyi eksersiz sırasında kullanırlar. Sağlıklı bir kişinin günlük iş aktiviteleri dışında hafta da ortalama 150 dakika eksersiz yapması ( haftada 5 gün 30 dakika) önerilir. Bu diyabetik hastalar içinde geçerlidir. Eksersiz süresi, hastanın durumuna göre doktoru tarafından azaltılabilir veya artırılabilir.
Bazı tip 2 diyabetik hastalar sağlıklı beslenme önerileri ve eksersizle kan şekeri seviyesini bir süre normal götürebilir. Kan şekeri kontrolsuz olduğu süreçte mutlaka ilaç tedavisi başlanmalı ve düzenli bir şekilde kullanılmalıdır. Şekere hastalığı maalesef tam iyileşmeyen bir hastalıktır. Hastanın yıllar içinde ilaç ihtiyacı farklılık gösterip azalıp artabilir. Bu nedenlede hastaların düzenli kontrolu gerekir.
Tip 1 diyabetik hastaların tedavisi tanı konduğu andan itibaren sağlıklı beslenme önerileri ve eksersizle birlikte insulindir. İnsulin ihtiyacı kişinin yaşam şekli, beslenme durumu gibi bir çok şeyden etkilenebilir. Bu nedenle bu hastaların çok sıkı takibi gereklidir.
Şeker hastalarında özellikle insulin kullanan hastanın insulini yapmaması, ya da karbohidrat dediğimiz şeker içeren gıdaları çok fazla tüketmesi, araya giren enfeksiyonlar sonucu kan şekeri çok hızla yükselebilir. Bunun sonucunda hastalar komaya girebilir. Bu durumdaki hastaların mutlaka acil koşullarda tedavi edilmesi gerekir.
Hastanın ilaçlarını fazla alması, beslenmesinin az olması, ağır eksersiz gibi durumlarda da tam tersine kan şekeri düşerek komaya doğru bir gidiş görülebilir. Hastalar şeker düşüklüğünün belirtilerini çok iyi bilmeli ve bu durumda hemen müdahale edilmelidir.
Şeker hastalığı bu acil olaylar dışında böbrek, göz, kalp, deri, tüm damar sisteminde, sinirlerde bozukluk yapabilir. Bu bozukluklar tip 2 diyabetik hastalarda erken devrede görülebilir. Çünkü tip 2 diyabet hastalığının başlangıcını tahmin etmek mümkün değildir. Bozukluklar için tarama muayeneleri tanı ile başlamalıdır.
Buna karşılık tip 1 diyabetik hastalarda tanıdan sonraki 3 yılda bu bozukluklar beklenmez. Genellikle taramalar 5 . yıldan itibaren her yıl düzenli yapılır.
Diyet ve fiziksel aktivite sadece kanser değil hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, koroner kalp hastalığı, şeker hastalığı gibi toplumun büyük bir kısmını etkileyen bir çok önemli hastalık ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Haftada en az 3 gün orta şiddette yapılan fiziksel aktivitenin kanser riskini azalttığı gösterilmiştir.
Doğurganlık yaşındaki diyabetik hastaların gebelik planladıkları zaman mutlaka doktorlarına müracaat ederek kan şekerlerini çok iyi düzenlemeleri gerekir. Şeker hastalarının takibinde 3 aylık şeker sonuçlarının iyi bir göstergesi olan hemoglobin A1c değerinin %6.5 altında olması idealdir. Gebelik süresincede kan şekerlerinin çok düzenli seyretmesi bebek ve anne sağlığı bakımından önemlidir. Gebe şeker hastasının gebelik başlangıcından itibaren insulin kullanması gereklidir. Ağızdan alınan şeker ilaçlarının bebek üzerinde kalıcı bozukluk yapma olasılığı vardır. Gebeliğin ilk başlangıç 8 haftası organların oluştuğu safhadır ve bu süreçte tüm anne adaylarının bebek sağlığı yönünden dikkatli olmaları gerekir. Annenin şekerinin yüksek veya çok düşük seviyelerde gitmesi bu devrede bebekte kalıcı organ bozukluklarına neden olabilir. Diyabetik annelerde düşük, ölü doğum riski daha fazladır. Kan şekeri düzenisiz seyreden gebelerin bebekleri iri doğabilir. Buda hem doğum zorluğu hem de bebekte bazı bozukluklara neden olabilir.
Doku örnekleri biyopsi yapılır yapılmaz etiketlenir ve patoloji bölümüne etiketli (hangi hastaya ait olduğu belli) olarak ulaştırılır. Patoloji bölümünde her örneğe bir biyopsi numarası verilir ve bu numara biyopsi raporunda yazılır.
Mümkünse ilk hafta içersinde başvurulmalıdır. Dudak yarığı ameliyatı genelde 3 ay civarı yapılmakla beraber, ameliyatın başarısını arttırmak için gerekli ameliyat öncesi uygulamalar, ölçümler ve ortopedik cihazlar ilk haftadan itibaren başlanmaktadır. Bu ameliyatlar kliniğimizde yapılmaktadır.
Travmalar bir yaşından sonra çocukluk çağının önemli sağlık sorunlarından birini oluşturur. Beden travmalarında kafa, göğüs kafesi, karın içi organlar, pelvis, idrar yolları, kas-iskelet sistemi hasar görebilir ve başlangıçta çok ciddi olabilecek yaralanmalar dışarıdan fark edilmeyebilir. Travma sonrası en kısa sürede acil servisine ulaşılmalı, gerekli girişim ve incelemeler zamanında yapılmalıdır.
Zamanında doğmuş bir yenidoğanın ortalama doğum ağırlığı 3200-3500 gr’dır. Doğum ağırlığı gebelik yaşı ile doğru orantılı olarak artar. Doğum ağırlığı 1500-2500 gr arasında olan yenidoğan bebeklere “düşük doğum ağırlıklı bebek”, 1000-1499 gr arasında olan bebeklere “çok düşük doğum ağırlıklı bebek” ve 1000 gr’dan küçük olan bebeklere ise “aşırı düşük doğum ağırlıklı bebek” denir. Çok düşük ve aşırı düşük doğum ağırlıklı bebeklerin neredeyse tamamı aynı zamanda gebelik yaşı da küçük olan prematüre bebeklerden oluşur.
Ebola is a zoonotic agent which is transmitted from animals to humans. It was reported that a variety of bats can carry this disease while the definitive host is humans and non-human primates.
Even though the origin of the plague is unknown. Researchers anticipate that the disease was contracted to humans from an animal. Despite the fact that its first occurrence is not known, we know how it is contracted between humans.
-
• Direct contact with body fluids of those infected such as blood, serum, plasma, urine, phlegm, saliva, drool, stool, vomit and semen.
-
• Direct contact with equipment used during the treatment of patient such as syringe, injection and bistoury
-
• Direct contact with infected animals (primates, bats etc.) and their body fluids
-
• It is not prone to air, food or water transmission.
It is estimated that patient zero contracted the disease from an animal. This contraction is thought to be possibly caused by infected animal meat to be eaten. Consumption of wild animals is an ancient tradition in Africa. Africans consume the meat of several animals including monkeys, bats, lions and elephants. It should be remembered that meat of animals such as bat, monkey etc. from Africa can potentially cause the disease.
Medical staff and relatives which tend to a patient are under the risk of disease as well. Anyone who are to tend the patients should use special equipment specific for biological/chemical threats. Such equipment should be handled by well-trained staff.
Ebola virus is much more severe and lethal as opposed to Crimean-Congo hemorrhagic fever. Based on the period so far since its first identification in 1976, the disease caused by the virus results in death by 60-80% in the infected. The death rate is over 50% in the last plague.
Today, Ebola virus does not have an official treatment. The symptoms of the patients are treated with appropriate methods. Patients with bleeding are given blood transfusion while coagulating agents are administered in the event that coagulation failure develops due to bleeding. Furthermore, the lack of water and salt caused by the disease is compensated.
A medication called ZMapp developed in USA is desperately strived for the treatment of the disease as the disease itself is lethal. This medication has various antibodies which are effective against the virus. Furthermore, the safety trials of vaccine which was developed against the virus were initiated on humans. The Ebola vaccine was tried on a human being for the first time in UK on 19/09/2014. No serious adverse effects have been observed so far.
The disease is currently restricted with 5 countries in East Africa. The cases began to appear about 1.5 years ago. Sierra Leone, Guinea, Liberia and Nigeria are the top 4 countries affected by the plague. Cases were also detected in Congo simultaneously yet it was understood that the virus which caused the diseases in Congo was different than the virus that led to the plague. There is no case identified in any other country than already mentioned.
It manifests itself with hemorrhagic fever. In this regard, its clinical symptoms resemble with those of Crimean-Congo hemorrhagic fever, which is also seen in out country Body temperature of a patient exceeds 38, 6°C. Fatigue, intense headaches, muscle pain, diarrhea, vomiting and stomachache are among the common symptoms as well. Hemorrhages occur in Ebola patients. These hemorrhages can be either blood leaking from mouth, anus, nose or ears, or they can be observed as subcutaneous bruising and swelling of affected areas in the case of bleeding under the skin.
No.
The virus can only survive in the semen of men who have recovered from the disease for a period of 3 months. Those who previously had Ebola are recommended to use condom or avoid from sexual intercourse. In the event that a patient recovers from Ebola virus disease, their body will have produced antibodies which will remain for decades thanks to which they do not contract Ebola virus again.
Currently, there is no circumstance to raise concerns in Turkey. USA requested its citizens to avoid from travelling to the disease area unless it is vitally important. If you have to visit the plague region, follow the instructions as follows:
-
• Disinfect your hands with alcohol based hand disinfectants.
-
• Do not touch particularly sick people (who have fever, fatigue or bleeding) or any excrements from them (saliva, drool, blood, vomit, urine, stool etc.)
-
• Do not touch any personal belongings of sick people
-
• Do not touch dead bodies
-
• Do not eat meat of animals particularly such as monkey or bat, do not touch dead or alive bodies of these.
-
• Do not go to hospitals which give treatment to Ebola patients
-
• If you have symptoms like fever (>38.6°C), headache, fatigue, diarrhea, stomachache, muscle pain or bleeding while you are in a high risk area, immediately refer to a hospital for medical assistance.
-
• If you have these symptoms, please arrive at a hospital without contacting with anyone and even touching anywhere.
-
• If you are found to have the disease, inform the medical staff on the people you have touched in the last 10 days.
It was first spotted in Democratic Republic of the Congo (formerly Zaire) as a hemorrhagic fever disease in 1976. It is a RNA virus and it is classified under the same family with Marburg virus.
Eklem sağlığı insan ömrünün uzaması ile daha kaliteli bir yaşam beklentisi nedeniyle son yıllarda büyük önem kazanmıştır. Artan bu ilgi sonrası eklem içi yapıların korunmasına yönelik çeşitli ürün ve yöntemler ortaya çıkmış ve büyük bir pazar haline gelmiş durumdadır. Şuan için var olan yöntem ve ürünlerin zedelenmiş kıkırdak dokusunu yeniden oluşturduğu kesin olarak kanıtlanamamıştır. Ayrıca bu yöntem ve ürünler hakkındaki çalışmalarda çeşitli çelişkiler bulunmaktadır. Bu tarz ürün ve yöntemleri kullanmaya başlamadan önce mutlaka uzman bir doktor görüşü alınmalıdır.
Günümüzde en sık uygulanan eksternal tedavi yaklaşımı 3-boyutlu konformal radyoterapidir. Hedef hacimlerin daha iyi kapsandığı ve kritik organların daha iyi korunduğu diğer tedavi modalitelerine ise yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT), görüntü klavuzluğunda radyoterapi (IGRT), tomoterapi, stereotaktik radyocerrahi ya da radyoterapi (Gammaknife, Cyberknife vb.) ve proton tedavisi örnek olarak verilebilir. Teknolojideki hızlı gelişmeler ile radyoterapi giderek daha etkili ve güvenli bir şekilde uygulanabilmekte ve kanser tedavisindeki başarı oranları giderek artmaktadır.
Eksternal tipte radyasyon tedavisi çoğu kez hastanede yatmadan radyasyon onkolojisi polikliniklerinde uygulanmaktadır. Bu tedavi şeklinde, yüksek enerjili radyasyon, kanserli bölgeye dışarıdan cihazlar aracılığı ile verilir. Eksternal radyasyon tedavisinde yaygın olarak kullanılan tedavi cihazları “lineer akseleratör” lerdir (LINAC). Bu cihazlarda hızlandırılmış elektronlar ile yüksek enerjili radyasyon elde edilmektedir.
Uygulamadan önce hastanın ayrıntılı tıbbi değerlendirilmesi gerekir. Bu öykü, ayrıntılı fizik muayene ve gerekli olan tetkikleri içeren bir değerlendirmedir. Tedaviler haftada iki veya nadiren 3 gün, uygulanır. Her uygulamadan önceki gece yarısından sonra hastanın bir şey yiyip içmemesi gerekir. Hastanın tedavi uygulanacağı sabah sigara içmekten de kaçınması önerilir.
Hasta EKT odasına geldiğinde damar yolu açılır. Kalp monitörü için gerekli elektrotlar göğse yerleştirilir. Beyin aktivitesini takip etmek üzere elektrotlar ve tedavide elektrik akımı uygulanmasında kullanılacak olan elektrotlar bir kemer yardımıyla alına yerleştirilirler. Kan basıncı takibi için bir kola manşon yerleştirilir. Her şey yerleştirilip bağlantısı kurulduğunda, damar yolundan kısa etkili anestetik madde (pentotal, etomidat gibi) verilir, bu işlem birkaç dakika içinde hastanın uyumasını sağlar. Hasta uyuduğunda kas gevşetici ilaç enjekte edilir (süksinilkolin), bu işlem sınırlı bir bölge dışında nöbet sırasında kas kasılmasını engeller. Hasta tam anlamıyla uyuduğunda ve kas gevşemesi sağlandığında tedavi uygulanır. Kafa derisi üzerindeki elektrotlara kısa süreli elektrik akımı verilir. Bu işlem beyinin uyarılmasına ve yaklaşık bir dakika süren bir nöbetin tetiklenmesine neden olur. İşlem boyunca hastaya maske aracılığıyla oksijen verilir. İşlem sona erince hasta eğitimli ekip elemanlarınca izlenmek üzere ayılma bölmesine alınır. Genellikle 30 dakika içinde hasta ayılma bölmesinden ayrılabilir.
EKT ile ilişkili ölüm ve ağır tıbbi komplikasyon ihtimali psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan çok sayıda ilaçtan daha azdır. Bu yüksek güvenilirlik nedeniyle tıbbi durumu ağır hastalarda EKT önerilir. Modern anestezi uygulamaları sayesinde çıkık, kırık ve dişlerle ilgili sorunlar son derece nadirdir.
Elektrokonvülsif tedavi (EKT ya da şok tedavisi), belirli ruhsal bozuklukların tıbbi tedavisinde güvenli ve en etkili yöntemdir. Bu tedavide anestezi ile uyutulan hastada düşük miktarda elektrik ile beyinde nöbet aktivitesi oluşturulur.
EKT birçok ruhsal yakınmanın etkin bir şekilde ortadan kaldırılmasını sağlayabilir. EKT sonrası hastalık tekrarının engellenmesi için birçok hastada ilaç ya da EKT ile tedaviye devam edilmesi gerekir. Eğer hastalık yinelemesini engellemek için kullanılıyorsa, EKT ayaktan hastalara haftada bir ile ayda bir arasında bir sıklıkla uygulanır.
Tedaviden uyanma sırasında hastalar kısa süreli bir zihin bulanıklığı yaşarlar. Bu kısmen anesteziye, kısmen de tedaviye bağlıdır. Sıklıkla bu şaşkınlık hali bir saat içinde tamamen sona erer. Bazı hastalarda tedavi sonrası baş ağrısı olur, sıklıkla bu ağrı aspirin gibi ağrı kesicilerle ortadan kalkar. Bulantı gibi diğer yan etkiler en fazla birkaç saat sürerler ve nispeten daha seyrektirler. Kalp hastalığı olanlarda, kalple ilgili sorunlar ortaya çıkabilir. Kalp atımlarının monitör ile takibi ve gerekliyse ek ilaç kullanımı gibi diğer tedbirler güvenli bir uygulama imkânı sağlar.
EKT yan etkileri arasında en çok görülen hafıza sorunlarıdır. Yeni şeylerin öğrenilmesi ve yakın geçmişte yaşananların hatırlanmasında zorluklar olabilir. Hafıza sorunları 6 aya kadar sürebilir.
Bu durumu el cerrahisi konusunda uzmanlaşmış multidisipliner bir ekibin değerlendirmesi gereklidir. Bu tip ağrıların ve uyuşuklukların altında çeşitli tümörlerden, sinir sıkışmalarına, eklem rahatsızlıklarından, iltihabi durumlara kadar pek çok değişik neden yatabilmektedir. Bu ameliyatlar kliniğimizde yapılmaktadır.
Embriyo yerleştirme sonrası gebelik testine kadar progesteron tedavisi verilir. Alttan kullanılan progesteron (Crinone %8’lik jel) diğer yöntemlere göre daha etkilidir.
İyi bir tüp bebek merkezinin iyi bir embriyo dondurma programı olmalıdır. Embriyo dondurma işlemi yapılamıyor ise tüp bebek merkezinin kalitesi sorgulanmalıdır. Dondurulacak embriyoların belirli şartlara sahip olması gereklidir. Embriyo dondurmanın birçok avantajı vardır. Taze tüp bebek uygulamasında gebe kalınamaz ise yumurtalıkları tekrar uyarmadan bazı basit ilaçlar kullanarak tekrar gebelik şansı sağlanabilir. Çoğul gebelik oranı azalır. Sağlık Bakanlığı 5 yıl süre ile dondurarak saklamaya izin vermektedir. 5 yıl sonrasında anne-babanın birlikte onayları ile donmuş embriyolar imha edilir veya anne rahmine yerleştirilir.
Embriyolar 3. günde veya 5. günde rahim içerisine bırakılır. Yumurta toplama gibi genel anestezi veya lokal anestezi gerektirmez. Çok basit ama çok önemli bir işlemdir. Embriyolar çok özel bir katater içine yüklenir. Bu kataterin rahim ağzından geçerek rahim içerisine yerleştirilmesi çok özenle yapılmalıdır. Özensiz yapılan bir embriyo yerleştirme işlemi gebelik oranlarını azaltacaktır. Bu nedenle embriyonun rahime yerleştirilmesi deneyimli bir doktor tarafından yapılmalıdır. Ayrıca embriyonun rahim içerisine yerleştirilmesi mutlaka USG eşliğinde yapılmalıdır. İşlem sonrası dinlenmeye gerek yoktur. İşlem akşamı cinsel ilişki faydalıdır, gebelik oranlarını artırabilir.
Ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanserler akciğer, prostat, mesane, kolorektal (barsak) ve mide kanserleri, kadınlarda ise meme, tiroid, kolorektal, endometriyum (rahim) ve akciğer kanserleri en sık görülen kanserlerdir.
Endokrin sistem iç salgı bezlerinin oluşturduğu bir sistemdir. İç salgı bezleri hormon dediğimiz maddeleri yaparak kana verirler. Hormonlar vücudumuzun her yeri ile iletişim kurulmasını sağlayan kimyasal yapılardır. Kan içinde yolculuk yaparak farklı işlevleri yürütürler.
Hormonlar vücudumuzdaki bir çok organın fonksiyonunun düzenlenmesinde rol oynarlar. Hormonların farklı tipleri, üreme, metabolizma, büyüme ve gelişmeyi kontrol ederler. Hormonlar ayrıca çevremize verdiğimiz tepkiyi de kontrol eder ve vücudumuzun fonksiyonları için gerekli uygun miktarda enerji ve besini sağlamaya yardımcı olurlar. Endokrin sistemi oluşturan salgı bezleri, beyinde hipotalamus, hipofiz dediğimiz kısımlar, tiroid, paratiroid, pankreas, yumurtalıklar (kadında overler, erkekte testisler), böbreküstü bezi , yağ dokusu, endotel (damar iç duvarını döşeyen hücreler), kalp, böbrek, ince barsaklar diye gidebilir.
Fazla kilosu olmadığı halde kilo vermek için diyet yapıyor olmak; fazla kilosu varsa bile, fazla olan kiloları verdikten sonra diyeti bırakamamak ve daha fazla kilo vermek için diyeti sürdürmek; kilo almaktan korkmak; kilo vermek ya da almamak için diyetin yanı sıra kendisini sürekli hareket halinde (örneğin yürümek ya da merdiven inip çıkmak gibi) tutmak ve ne kadar zayıflasa da kendisini ‘zayıf’ olarak algılayamamak ve hep kilolu olduğunu düşünmek ergenlerde yeme bozukluğu olabileceğini düşündürür.
Madde kullanımı toplumları tehdit eden en önemli halk sağlığı sorunlarındandır. Ergenlik döneminde ortaya çıkan biyolojik, hormonal, fiziksel ve duygusal değişiklikler, ebeveynle olan ilişkilerdeki değişiklikler, sosyal ilişkiler özelikle de akranlarıyla olan ilişkiler ergenin ruhsal yapısını yeniden düzenler. Ergenlik döneminin dürtüsel çalkantıları, taşkın dürtüsel gereksinimleri, çözüm bekleyen sorunların çokluğu bu dönemde benliğin göreceli olarak güçsüzlüğüne neden olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı ergenlik döneminde madde kullanımını hazırlayan risk etkenleri ve koruyucu etkenleri belirleyebilmek madde kullanımının önlenmesi ve tedavisinde önem kazanmaktadır. Güçlü ve pozitif aile bağları, sıcak, yakın bir ilişki ve dolaylı olarak ebeveynlerin ergenin arkadaşlarından ve neler yaptıklarından haberdar olması, aile içi kuralların açık ve tutarlı olması, herkesin bu kurallara uymaya özen göstermesi, ebeveynlerin bir yandan ergenin bireyselleşmesine izin verirken diğer yandan çocuklarının yaşamlarıyla ilgili olmaları, okul devamlılığının sağlanması, gencin enerjisinin uygun aktivitelere yönlendirilmesi, okul, kulüp gibi kuruluşlarla kurulan güçlü bağlar, uygun akran ilişkilerinin desteklenmesi, uyuşturucu kullanımıyla ilgili doğru bilgilenme koruyucu etkenlerden bazılarıdır. Ruhsal sorunları ya da bağımlılığı olan ebeveynin bulunduğu kaotik aile, parçalanmış aile, aile içi şiddet, ailenin aşırı baskıcı ya da gevşek, denetimsiz tutumu, ebeveyn-çocuk arasında bağlanma ve ilgi eksikliği, ergene ilişkin zorluklar ve bazı ruhsal hastalıklar (öğrenme güçlüğü, davranım bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, depresyon v.b.), bu ruhsal hastalıkların tedavisinde gecikme, düşük okul başarısı, yetersiz sosyal beceriler, yargılaması düşük-kolay yönlendirilen bir ergen olma, riskli davranışlar sergileyen arkadaş grupları, okul, iş ve/ya da aile ortamlarında uyuşturucu kullanımının onaylanması ergeni madde kullanımına itebilecek bazı risk etmenleridir. Bu ergenlerin erken yaşta tespit edilmesi, tedavi edilmesi ve sistem içinde tutulmaya çalışılması gelecekteki ek sorunların engellenmesinde oldukça önemlidir.
Enfeksiyon hastalıkları her yaşta önemli hastalık ve ölüm nedenleri arasındadır. Aşı ile önlenebilir enfeksiyon hastalıkları için çocukluk çağında rutin aşılama programları vardır. Ancak son yıllarda edinilen bilgilerin ışığında erişkin dönemde de bazı enfeksiyon hastalıklarından korunmak için aşılanma önerilmektedir. Özellikle kalp hastası, şeker hastası, kronik akciğer hastası, kronik karaciğer hastası, romatizma hastası, kanser hastası veya HIV/AIDS hastası olan kişilerde grip, zatürre ve hepatit aşıları yaygın olarak önerilmektedir. Ayrıca çocukluk çağında yapılan aşıların yaşla birlikte koruyuculuklarının azalması nedeniyle, tetanoz, difteri, erişkin boğmaca aşısı gibi aşılar da önerilmektedir. Erişkin hastalarda hastalık oluşmadan koruyucu önlemler almak adına özellikle risk altında olan kişilere gerekli aşı önerileri yapılmaktadır.
Erkekten en kolay sperm elde etme yöntemi mastürbasyon ile menini alınmasıdır.
Menide sperm olmaması, geriye boşalma, sperm verememe gibi durumlarda spermlerin bazı yöntemler kullanarak alınması gerekebilir.
Mikro TESE (Testisten biyopsi ile sperm elde edilmesi) :
Menisinde hiç sperm bulunmayan (erkeklerin %1’ini etkiler) (Azospermi) erkeklerin genel yada lokal anestezi kullanarak testislerinden kesi yapılarak sperm yada üreme hücresi bulunmasıdır. Ürolog tarafından yapılır ve testis üzerine mikroskop altında damarlara zarar vermeden parçalar alınır ve embriyoloğa incelemesi için verilir. Sperm arama işlemi bazen 6-7 saat sürebilmektedir. MikroTESE’nin normal TESE’ye göre birçok avantajı vardır. Mikroskop altında damarlar görülerek yapılması nedeni ile testise verilen zarar en azdır. Ayrıca çıkarılan doku miktarları arasında büyük miktarda fark vardır. Sperm bulma şansları benzerdir.
Menide hiç sperm olmaması tıkayıcı veya tıkayıcı olmayan şeklinde olabilir. Tıkayıcı tipte sperm bulma şansı daha fazladır. Tıkayıcı olmayan tipi kendi arasında 5 tipe ayrılır. Fakat sperm bulma şansı ortalama %50’dir.
PESA (Perkütan epididimal sperm aspirasyonu) :
Tıkayıcı tipte azospermide yeri vardır. Ayrıca meni vermede güçlüğü var ise, boşalma geriye doğru ise (retrograt ejekülasyon) uygulanabilir. Testislerin üzerindeki epididim denilen kanallar içerisine küçük bir iğne ile girilir ve meni çekilir. Bu meni sperm için taranır.
MESA (Mikroskop altında epididimal sperm aspirasyonu) :
Testis üzerindeki epididimal kanallardan mikrocerrahi yapılarak mikroskopi altında meninin alınmasıdır.
TESA (Testiküler sperm aspirasyonu) :
Testislere kesi yapılmadan direkt olarak iğne batırılıp meninin aspire edilme yöntemidir.
Çocuklarda özellikle 2-6 yaşları arasında bilinmeyen ve yeni şeyleri sıklıkla korku ve kaygı verici olarak algılayabilirler. Karanlık, yalnızlık, doktor, yüksek ses, yabancılar ve çeşitli hayvanlardan korkma bu dönemde en sık görülen korkular arsında sayılabilir. Bilinmeyene ilişkin korkular gelişi içinde beklenen bir durum olsa da yoğunluğu arttığında yaşamı olumsuz etkileyebilir. Yaş ve zihinsel gelişimle birlikte korkuların sıklıkla azaldığı görülür. Bu yaş döneminde çocukların korkularının yatıştırılması çocuğun gelişimsel özellikleri ve mizacına göre farklı yöntemleri gerektirebilir.
Meme kanseri için mamografi, kendi kendine ve klinik hekim muayenesi; rahim ağzı kanseri için PAP smear ve HPV DNA testi; cilt tümörleri için klinik muayene; barsak tümörleri için rektal muayene, gaitada gizli kan testi ve kolonoskopi veya sigmoidoskopi gibi görüntüleme yöntemleri; prostat kanseri için ise rektal muayene, serum PSA düzeyi ve rektal ultrason birçok kurum ve kuruluş tarafından önerilen tarama testleridir.
Estetik burun ameliyatından sonra oluşan şişlikler ameliyat tekniği ve hastaya göre değişmekle beraber, kaba şişlikler bir iki haftada, ince şişlikler ise 6 ay 1 yılda iner.
• Tüplerde şişme olmuş ise (hidrosalpinks) şişmiş olan tüp veya tüplerin tüp bebek öncesi laparoskopik olarak çıkarılması gereklidir. Çıkarılamıyor ise yine laparoskopik olarak rahim ile ilişkileri kesilmelidir. Şişmiş tüp veya tüplerin çıkarılması gebelik oranını artırır ve dış gebelik oranını azaltır.
• Tüp bebek öncesi yumurtalıklarda 4 cm’nin üstünde çikolata kisti var ise bu kistin laparoskopik olarak çıkarılması gereklidir. 4cm’nin altında ise çıkarmaya gerek yoktur.
• Tüp bebek öncesi 4 cm’nin altında çikolata kisti var ise bu kistin işlem öncesi iğne ile aspire edilmesi enfeksiyon oranını artırması nedeni ile önerilmez.
• Tüp bebek öncesi 1 cm’den büyük fonksiyonel olmayan (estradiolün 60 pg/ml altında olması, endometrial kalınlığın 5 mm’nin altında olması) kistlerin işlem öncesi iğne ile aspire edilmesi önerilir.
• Polikistik yumurtalık hastalığının varlığı tüp bebek için olumsuz değil aksine olumludur. Yapmış olduğumuz bir çalışmada polikistik yumurtalık hastalığı olan kadınlarda tüp bebek gebelik oranının kontrol grubuna göre daha fazla olduğunu tespit ettik. Bu çalışmayı dünyanın en saygın kısırlık dergilerinden birisi olan "Fertility and Sterilty" dergisinde 2005 yılında dünyaya sunduk. Bu çalışma akademik yayınlarım arasında bulunabilir.
Etin içindeki zararlı mikroorganizmaları öldürmek için iyi pişirilmesi gereklidir. Ancak bazı çalışmalar çok yüksek ısılarda kaynatma, kızartma ve ızgarada pişirmenin, kimyasal maddeleri açığa çıkarabileceği için kanser riskini arttırabileceğini öne sürmektedir. Buharda, benmari yöntemiyle, çok az suyla hafif ateşte ağır ağır veya mikrodalga fırında pişirmek bu kimyasalların açığa çıkmasını en aza indirmektedir.
Bronkoskopi genel olarak güvenli bir tanısal işlemdir. Nadiren geçici ateş, kanama, nefes darlığı gibi komplikasyonlar olabilir. Bu durumlar kolayca tedavi edilebilir. Bronkoskopik biyopsi ile akciğerde sönme riski %1’den azdır. Bu durumda da uygulanacak tedavi ile akciğerler hızla düzelir.
Fitokimyasal terimi bitkilerden üretilen çok değişik bileşimlere verilen isimdir. Bu bileşimlerden bazıları bitkileri zararlı böceklere karşı korur veya biyolojik olarak diğer önemli fonksiyonlara sahiptir. Bazıları hem bitkilerde hem de bunları tüketen insanlarda hormon benzeri veya antioksidan etkilere sahiptir. Sebze ve meyve tüketmek kanser riskini azalttığı için araştırmacılar bu bileşimlerin yararlı etkilere olan katkılarını araştırmaktadırlar. İlave olarak alınan fitokimyasalların, sebze, meyve ve taneli sebzelerden elde edilenlerden daha yararlı olduğunu gösteren bir kanıt yoktur.
Şeker hastalığı, kişinin kan şeker seviyesini ayarlayamamasına bağlı oluşan ve dikkat edilmezse yaşamın ilerleyen dönemlerinde önemli sağlık sorunlarına yol açan bir hastalıktır. Şeker hastalığı tedavisinde egzersizin önemli bir yeri vardır. Kas hücreleri kan şekerini içerisine insülinden bağımsız olarak emer. Bu yüzden kişiler düzenli egzersiz yapıp kas kitlesini arttırdığında tip 1 şeker hastalarında insülin kullanım dozları azaltılabilirken, tip 2 şeker hastalarında ise düzgün bir diyet ile beraber ilaç kullanımına gerek bile kalmayabilir. Ayrıca egzersiz ve diyetle azalan vücut ağırlığı ve yağ kitlesi de dokuların insüline olan duyarlılığını arttırıp, kan şekeri seviyelerinin azalmasına katkıda bulunur.
Bu kişilerin egzersize başlamadan önce kan şekeri düzeylerinin belli bir süre boyunca düzenli bir seyir izlemiş olması gerekir. Bu yüzden şeker hastaları spor ve egzersize başlamadan önce, kapsamlı bir spora katılım öncesi değerlendirme muayenesinden geçmesi önerilir.
Hidronefroz böbreğin, hidroüreteronefroz ise böbrek ve idrar yollarının genişlemesi olup, doğumsal idrar yolu darlıklarına veya reflüye bağlı görülebilir. Gebelik sırasında yapılan ultrasonografide görülen hidronefroz ve hidroüreteronefrozun doğum sonrası takibi önemlidir. Hidronefroz daha sık saptanan bir durumdur ve bu bebeklerin doğumdan birkaç gün sonra, mümkünse hastaneden çıkmadan ultrasonografi ile değerlendirilmesi gerekir. Bebek bir aylık olduğunda hidronefroz yapan nedenler araştırılmak üzere bir takım tetkikler yapılmalıdır. Hidronefrozların çoğu aralıklı böbrek ultrasonografileri ile güvenle takip edilmektedir. İzlem sırasında böbrek fonksiyonlarında bozulmaya yol açan hidronefrozlar cerrahi açıdan değerlendirilirler.
Bu durum tıpta galaktore olarak adlandırılır. Süt salgısını uyaran prolaktin hormonu beyinde hipofiz denilen iç salgı bezinde yapılır. Gebelerde, emziren kadınlarda seviye yüksektir. Emzirme süresi bittikten sonrada bir süre yüksek kalabilir. Prolaktin yapımı kullanılan bir çok ilaç tarafından uyarılabilir. Bazı antidepresif, Bu tabloda ilk akla gelen beyinde hipofiz bezi denilen iç salgı bezinin salgıladığı prolaktin denilen hormonda bir bozukluk olmasıdır.
Gebelik döneminde gebeliğin devamına engel edebilecek riskli bir durum (yüksek tansiyon, erken membran rüptürü, erken doğum tehdidi, gebelik sırasında kanama olması, servikal yetmezlik, bebekte gelişme geriliği gibi) yoksa genellikle 3. aydan sonra egzersiz önerilir. Egzersizin gebelerde normal doğumu kolaylaştırdığı ve kısalttığı, doğum sancısını azalttığı bilinir. Bunun yanı sıra anne adayının kendisini hem psikolojik hem de fiziksel olarak daha iyi hissetmesine, gebelikte meydana gelen duruş ve vücut şekil bozukluklarının azaltılmasına, bel ve sırt ağrılarının azaltılmasına ve uyku problemlerinin giderilmesine yardımcı olur. Gebelikte egzersiz anne adayının gebelik süresince daha uygun bir şekilde kilo almasını sağladığı gibi doğum sonrasında da anne vücudunun daha kolay toparlanmasına yardımcı olur.
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile spor hekimi uzmanı tarafından birlikte değerlendirilen gebelere egzersiz yapmasına herhangi bir sakınca saptanmadığında yürüyüş, yüzme, su içi egzersizler, germe egzersizleri, pelvik taban egzersizleri, yoga, dans, pilates egzersizleri önerilebilir. Ağırlık kaldırmayı içeren egzersizler, karın bölgesine darbe gelme riski nedeniyle dövüş sporları, topla oynanan sporlar (basketbol, voleybol, tenis gibi) ve düşme riski nedeniyle bisiklete binmek, at binme gibi sporlar gebelik döneminde önerilmemektedir.
Gece altını ıslatma çocuğun gelişimi sırasında mesanenin kontrolünün sağlanmasıyla zamanla düzelebilen bir durumdur. Ancak 5 yaşından büyük çocuklarda gece ıslatmaları mutlaka araştırılmalı ve tedavi edilmelidir. Bazı çocuklarda gece altını ıslatma aileseldir. Kendiliğinden geçen olgular olabilir. Gece sıvı kısıtlaması, yatmadan önce tuvalete gitme ve uyuduktan bir süre sonra tuvalete gidilmesi için uyandırma gibi basit destekleyici öneriler öncelikle tercih edilir. Bu önlemlerden fayda görmeyen hastalarda çocuğun gece işeme özelliğine göre alarm veya ilaç tedavisi gerekebilir.
Genel anestezi halk arasında “uyuma” olarak adlandırılmıştır. Aslında bu durum değişik ilaçlar kullanılarak hastanın şuurunun kapatılmasıdır. Hastanın solunumunu kontrol altında tutmak amacıyla bir havayolu aracı yerleştirilir ve solunum makinesine bağlanır. Bu sırada hayati işlevler monitörize edilerek takip edilir.
Glokom ilerleyici ve kalıcı görme kaybına yol açan sinsi seyirli bir göz hastalığıdır. Bu hastalıkta göz içi basıncının gözün içindeki görmeyi ileten sinirlere zarar verdiği düşünülmekle beraber, göz içi basıncının yanında başka bünyesel özelliklerin de hastalığın ilerlemesine katkıda bulunduğu gösterilmiştir. Glokomda bireyin genetik yapısı glokom hastalığının ortaya çıkmasında etkili olmakta ve aile öyküsü önem taşımaktadır. Glokom her yaşta ortaya çıkabilir ve tedavisiz bırakılırsa körlükle sonuçlanabilir. Glokomun tedavisinde göz içi basıncının düşürülmesi temel hedeftir. Göz içi basıncı göz damlalara, daha az sıklıkla ağızdan ilaçlar ve ilaç tedavisine vermeyen hastalarda cerrahi yöntemler ile düşürülebilmektedir. Glokom hastalağı olan kişilerin düzenli oalrak göz kontrollerine gitmeleri gerekmektedir.
Çocuklarda göbek fıtığı 3 yaşına kadar kendiliğinden kapanabilir. Bu yaştan sonra kendiliğinden kapanmayan geniş göbek fıtıkları cerrahi olarak tedavi edilirler. Göbek fıtığı sonrası hastalar bir gece yatırılarak izlenirler.
Göz kapak düşüklüğü birçok farklı hastalığa bağlı tespit edilen bir durumdur. Tek bir göz kapağında olabileceği gibi her iki göz kapak da düşük olarak tespit edilebilir. Bebeklerde olabildiği gibi yaşlı hastalarda da göz kapak düşüklüğü tespit edilebilir. Uygun tedavi için öncelikle altta yatan nedenin belirlenmesi gerekir zira kapak düşüklüğüne yol açan onlarca neden vardır. Bazı kas hastalıklarında tıbbı tedavinin uygulanması gerekli olurken, birçok kapak hastalığında cerrahi tedaviler ile kapak düşüklüğü düzeltilebilmektedir.
Göz tembelliği (amblyopi); görme gelişiminin çocukluk döneminde şaşılık, gözlük ihtiyacının karşılanmaması, üst göz kapağı düşüklüğü gibi nedenlerle gözün veya gözlerin yeterli ışık ve uyaran almaması nedeniyle geri kalmasıdır. Çocuklarda ve genç erişkinlerde görülen kalıcı görme kaybı nedenlerinin başında gelir. Tedavinin en başarılı olduğu dönem çocukluk çağı olduğu için erken tanı ve tedavisi çok önemlidir. En sık kullanılan tedavi yöntemi sağlam gözün gün içerisinde belirli saatlerde kapatılmasıdır.
Göz önündeki uçuşma ve karaltılar birçok kişide görülebilmektedir. Ancak nadiren de olsa önemli hastalıkların belirtisi olabilmektedir. Uçuşma ve karaltılar sıklıkla gözün içerisinde bulunan vitreus isimli jelimsi tabakadaki yaşa bağlı değişiklikler ve hücre kalıntıları ile ortaya çıkmaktadır. Gözün hareketi ile bu karaltılarda hareket edebilmektedir. Ayrıca vitreusun yapışık olduğu retina tabakasından ayrılması da uçuşmalara neden olabilmektedir. Bu genellikle yaşlanma ile ortaya çıkan önemsiz bir olaydır. Ancak aniden meydana gelen uçuşma, karaltı ve ışık çakmaları oldukça önemlidir ve bir göz doktoruna başvurulması gerekmektedir. Uçuşmalar özellikle okuma esnasında sorun olabilmektedir. Gözler oynatılarak, aşağı yada yukarı bakılarak uçuşmalar göz önünden yok edilebilir. Zaman içerisinde uçuşmaların çoğu tamamen kaybolmaktadır.
Gözlerin sulanması hastalar tarafından çok sık ifade edilen bir şikayettir. Göz sulanması olan hastaların tam bir göz muayenesinden geçmeleri gerekmektedir zira göz yaşı kanal tıkanıklıkları, göz kapağının şekil bozuklukları, kirpiklerin içe dönmesi, göze kaçan yabancı cisimler, göz yüzeyi tahrişleri ve hatta kuru göz hastalıkları bu şikayete yol açabilirler. Göz yaşı kanalı tıkanıklıklarında şikayetler öncelikle aralıklı olarak başlar ve zaman içinde süreklilik kazanır.
Gribal ve döküntülü infeksiyonlar çocukluk çağında sık görülür. Acil olmayan durumlarda infeksiyon tedavisinden en az 15 gün sonra anestezi altında cerrahi işlem yapılması önerilmektedir.
Nefes borumuzun hemen ön kısmında yerleşen iç salgı bezimiz, tiroid bezi herhangibir nedenle büyürse buna guatr denir. Guatrın en sık nedeni iyot eksiklğidir. Özellikle çocukluk çağından itibaren iyot eksikliği maruziyeti guatr ile sonuçlanır. Ağır vakalarda tiroid bezi normal hormon sekresyonunu kendisini büyüterek sağlayamayacağı için hipotiroid dediğimiz işlevsel bozukluğa da gidebilir. Bunun dışında uzun süre kullanılan bazı ilaçlar (depresyon tedavisinde kullanılan lituril gibi) vücudun kendi dokularını yabancı tanıması sonucu ortaya çıkan tiroid bezi bozuklukları, tiroidin iyi veya kötü huylu tümörleri, bazı yiyeceklerin çok fazla tüketilmesi de guatr nedeni olabilir. Tiroid bezi her tarafı eşit büyüyerek yaygın bir guatr yapabileceği gibi yumrular halinde bölgesel büyümelerle nodüler guatr dediğimiz tabloyuda ortaya çıkartabilir.
Kronik güneşe maruziyet deri kanserlerinin en temel nedenlerinden biridir. Korunmak için her güneşe çıktığınızda ve uygun aralıklarla güneşten koruma kremi kullanınız.
Günübirlik anestezi uygulamalarından sonra hastanın taburculuğu sırasında bir refakatçinin bulunması gereklidir. Hasta kendini çok iyi hissediyor olsa da araç kullanması doğru değildir.
Bulantı-kusma görülebileceği için öğünlerin miktarının az olması önemlidir. En ufak bir sorunda en yakın sağlık merkezine başvurulması büyük önem taşır.
Kişiye göre değişmekle beraber çoğu zaman bunun en iyi çözümü karın germe ameliyatıdır. Bu ameliyatın başarı şansını arttırmak için sigara içmemeniz önerilir.
Nükleer tıp tetkikleri radyasyon içermektedir ve radyasyon alanlarında çekilmektedir. Eğer mümkünse çocuğunuzun yanında ona refakat edebilecek bir erişkin ile bölümümüze başvurmanız daha uygun olur.
Hayır. Nükleer tıp tetkikleri ve tedavileri radyasyon içermektedir. Hamile iseniz ya da bebek emziriyorsanız lütfen personelimize ve doktorlarımıza bilgi veriniz.
Cerrahi işlemler bir ekip çalışması ile yürütülmektedir. Ameliyatın tipi, süresi, hastanın ek hastalıkları, fizik durumu, yaşı gibi daha birçok parametre değerlendirilir ve hastanın işlemlerle ilgili onamı mutlak suretle alınarak anestezi yöntemi belirlenir.
Kornea | Kemik İliği |
Tendon | Kalp Kapağı |
Deri | Kemik |
Yüz ve Saçlı Deri | Ekstremiteler |
Meme, rahim ağzı, prostat, kolorektal (barsak) ve cilt tümörleri sağlıklı bireylerin taranması için önerilen kanser türleridir. Bazı kanserler için ise özel hasta gruplarının taranması yararlıdır. Örneğin kronik hepatit B tayşıyıcılarının karaciğer, Barett özefagusu tanısı olan hastaların mide kanseri için taranması yararlıdır. Akciğer kanseri için ise 55 yaş üzeri ve 30 paket/yıl sigara tüketenlerin taranması yararlı olabilir. Tarama testleri ile erken tanı konan hastalarda yaşam süresini uzatmak ve kür sağlamak mümkün olabilir.
Düzenli egzersiz; hipertansiyon, diyabet (şeker hastalığı), osteoporoz (kemik erimesi), meme kanseri, kalın bağırsak kanseri gibi bazı kanserler, obezite (şişmanlık), hiperlipidemi (kan yağlarının yüksekliği), bazı damar hastalıkları, metabolik sendrom, fibromiyalji (vücutta yaygın kas ağrıları), depresyon vb çok sayıda kronik hastalığın oluşmasını önlemede etkilidir. Egzersiz, sarkopeni olarak isimlendirilen ileri yaşlarda görülen kas kitle ve kuvvet kaybının da azaltılmasında etkilidir. Ayrıca, sayılan tüm bu hastalıklarda kişiye özel planlanan egzersiz programları tedaviye de katkı sağlamaktadır.
Böbrek | Pankreas |
Karaciğer | Akciğer |
Kalp | İnce Barsak |
Bu soru birçok hastanın bölgesel anesteziden kaçınma nedenidir ancak hastalarımız bu konuda istekli olsalar dahi cerrahi alanının steril olması gerekliliği nedeniyle cerrahi sahayı direkt göremezler. Bölgesel anestezi beraberinde sakinleştirici ilaçlar uygulanarak hastalarımızın endişe ve stres duymaları engellenir.
Ağrı makinesı, içinde anestezi doktoru tarafından ayarlanmış dozda ağrı kesici ilaç bulunan ve hastanın her düğmeye bastığında belirlenen dozda ilacı almasını sağlayan bir makinedir. Bu dozlar hastanın kilosu, ameliyatın tipi gibi değişkenler gözönüne alındığı için doz aşımı riski söz konusu değildir.
Evet, götürebilirsiniz. Patoloji raporunun bir kopyası ile bölümümüz arşivinden vakalar hastaya verilir. Bu gibi durumlarda paraffin bloklardan yeni kesitler yapılarak bunların hastaya verilmesi tercih edilir ve bu durumda kimlik talep edilmez. Ancak bunun mümkün olmadığı veya orijinal blok ve preperatların istendiği durumlarda blok ve preperatlar geri getirilme koşuluğuyla kimlik karşılığı hastaya teslim edilir. Bunun nedeni blok ve preperatları belli bir sure saklama yükümlülüğümüzün olması yanısıra bu materyallerin patoloji raporunda yer alan bulgulara kanıt teşkil etmesinden dolayıdır.
Yoğun bakım hastalarında enfeksiyon gelişiminde en önemli riski, hastaların orofarengeal ve gastrointestinal sistemlerinde kolonize olan mikroorganizmalar oluşturmaktadır. Hastalar arasında enfeksiyon bulaşının önlenmesinde el hijyeni, eldiven kullanımı, koruyucu önlük giyilmesi, sekresyonların yüze göze çarpma durumunda maske ve gözlük kullanımı gerekmektedir. Hastanın yanından ayrılırken önlük maske eldiven çıkarılıp atılmalıdır. Yoğun bakımda infeksiyonlarının önlenmesi açısından galoş kullanımı gereksizdir. Hastaya kullanılan araç ve gereçler hastaya özel kullanılmaktadır. Eğer başka hastalara kullanılacaksa önceden dezenfekte edilip steril hale getirildikten sonra kullanılmaktadır. Bulaşıcı infeksiyon hastalığı geçiren ziyaretçiler hasta ziyaretinde bulunmamalıdır.
Tanımlanmış veya şüphe edilen bulaşıcı hastalığı olanlarda standart önlemlere ek olarak izolasyon önlemleri alınmaktadır. Çoklu antibiyotik direnci olan mikroorganizmaların bulaşının önlenmesi için temas izolasyonu uygulanmaktadır.
Modern anestezi teknikleri ve monitörizasyon yöntemleri sayesinde artık oldukça ender olarak rastlanan bu durumdur. Ameliyat süresince hastayı takip eden anestezi doktoru anestezi derinliğini ayarlayabilmektedir.
Not all snorers suffer from sleep apnea. However, since most suffers of sleep apnea are also snorers, this can be considered a symptom of sleep apnea. Even if a snorer is not diagnosed with sleep apnea, they should exercise caution as they may be at risk of developing sleep apnea in the future.
Hidrosel testis etrafında sıvı birikimi olup zamanla kendiliğinden geçebilir. Kendiliğinden geçmeyen hidrosellerin bebek 18 aylık olunca ameliyat edilmeleri gerekir. Hidrosel onarımı günübirlik cerrahi işlem olup çoğu kez hastaneye yatırılmaksızın izlenirler.
Hipertansiyon hastaları kan basıncını düzenlemek için medikal tedavilerine ek olarak uygun bir egzersiz reçetesiyle düzenli egzersiz yapabilir. Hipertansiyon hastaları için bir spor hekimi kontrolünde uygun tip, süre ve yoğunlukta kişiye özel egzersiz reçeteleri planlanır. Kan basıncı değeri 180/105mmHg’dan daha yüksek olan hastalar ise ilaç tedavisi ile kan basıncını bu değerlerin altına indirene kadar fiziksel etkinlikten kaçınmalıdır.
Hipertansiyon kan basıncı yüksekliğidir ve toplumumuzda oldukça yaygın görülmektedir. Hipertansiyon kronik bir hastalıktır. Kontrolsüz hipertansiyon kalp, beyin, böbrekler ve göz gibi birçok organda kalıcı hasar bırakır. Ani ölümler, kalp krizi, kalp yetmezliği, inme, görme kaybı, diyalize gerektirebilecek böbrek yetmezliği hipertansiyon hastalarının karşılaşabileceği önemli sağlık sorunlarıdır. O nedenle kan basıncının yaşam tarzı değişikliği ve gerekiyorsa ilaçlarla hedef sınırların altında tutulması gereklidir. Bölümümüzde hipertansiyon hastalarının tetkik ve tedavileri yürütülmekte ve periyodik kontrolleri yapılmaktadır.
Kan şekeri düşerken çarpıntı, terleme, açlık hissi, uykuya eğilim, bulanık görme, sinirililik, açlık hissi gibi şikayetler olabilir. Hipoglisemi hemen müdahale edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Beyin yakıt olarak şeker kullandığından şeker düştüğü zaman beyin beselenmesi bozulur ve uzun süreli düşük şeker kalıcı sinir bozukluklarına neden olabilir.
Şeker düştüğü zaman hastanın bilinci yerinde ise hemen şekerli bir gıda yemelidir. ( 4 adet kesme şekeri, 2 kaşık toz şeker, yarım bardak meyve suyu gibi. Süt, yoğurt, ekmek gibi gıdalar kan şekerini hızla yükseltmediğinden, hipoglisemide kullanılmaz) Hastanın şeker yedikten sonrada kan şekerini takip etmesi gerekir. Bilinci yerinde olmayan hastalarise hemen en yakın sağlık kuruluşuna götürülmeli ve acil müdahale edilmelidir. Kan şekerini yükselten glukagon (insulinin tersi etki eden bir diğer hormon) ilaç şeklinde bulunmaktadır. Hasta yakınları bu ilacın kullanılımını biliyorlarsa hemen uygulamalıdırlar.
Beyin normal fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için sürekli oksijene ihtiyaç duyar. Hipoksik oksijenin kısmen yoksunluğunu ifade eder. Oksijenin yoksunluğu bilişsel yetenek ve fiziksel fonksiyonlarda bozulmalara yol açar. Hipoksik beyin tanısı konulan hastalar, uzun bir dönem tıbbi bakım ve rehabilitasyon yardımı almak durumunda kalmaktadır.En sık nedeni kalp durması(kardiak arrest)dır. Bunun yanında inme, intihar girişimleri sırasında asfiksi gelişmesi, boğulayazma, travmalar, ciddi bronşial astım ve KOAH atakları sonrası, karbonmonoksit zehirlenmesi, akut kanamalar gibi bir çok neden sonrasında beyne oksijenin ulaştırılmasının kesilmesi durumlarında gelişebilmektedir. Başlangıçta bilincin tamamen kaybı görülür. Hastalar uyandırılamaz. Kısa veya uzun sürebilen bilinç kaybı sonrasında bitkisel hayat durumu izlenebilir. Bu durum hastanın uyanık ancak dış uyaranlara tam cevapsız olduğu bir durumdur. Bazı hastalarda zamanla bilinç durumlarında düzelme izlenebilse bile hafıza kaybı, konuşma bozukluğu, dengesizlik, vücut hareketlerini ve duyularını kısmen veya tama yakın kaybetme, dikkat kaybı, bazı psikolojik sorunları içeren geniş bir sorun listesi oluşabilmektedir.
Hipospadias idrar deliğinin penis ucuna açılmadığı doğumsal bir anomalidir. İdrar deliğinin açıldığı yere göre hafif ve ağır formları vardır. Hipospadiaslı çocuklarda sünnet derisi penisi çevreleyemez ve penisin ön tarafında yoktur. Bazı hastaların doğuştan sünnetli olduğu düşünülür. Doğumda idrar deliği genişliğinin yeterli olup olmadığına dikkat edilir. İdrar deliği darsa sınırlı bir girişimle açıklığın genişletilmesi gerekir. Sünnet derisinin hipospadias onarımında kullanılma olasılığı nedeniyle bu çocukların onarımlar tamamlanana kadar sünnet edilmemeleri gerekir. İdrar deliğinin penis ucuna taşındığı birçok hipospadias onarımı tariflenmiştir.Onarım yöntemine göre hastalar ameliyat sonrası 3 gün ila 1 hafta boyunca sonda ile yatırılarak takip edilirler. Hipospadias onarımı sonrası idrar deliğinde geriye düşme, fistül ve darlık gibi komplikasyonların olabileceği akılda tutulmalıdır.
Hipotiroidi kanda tiroid hormonun azalması ile giden bir durumdur. Tiroid hormon beyin ve vücut gelişimi için çok önemli olduğundan hipotiroidi özellikle yeni doğan devresinde zeka geriliğine neden olabilir. Bu erken fark edilirse önlenebilir bir durumdur. Yetişkinlerde ise dikkat dağınıklığı, uykuya eğilim, kilo alma, vücutta şişlik, gibi nedenlerle kişinin sosyal yaşantısını bozar ve toplumdan uzaklaşmasına neden olur , depresyona eğilimi artırır.
Bebekler anne karnında iken testisleri karın içinde olup doğumdan bir süre önce kasık kanalından skrotuma inerler. Testisin inişini tamamlayamadığı ve kasık kanalında kaldığı duruma inmemiş testis denir. İnmemiş testisli bebekler 18 aylık olana kadar testisin kendiliğinden skoruma inme olasılığı nedeniyle takip edilirler. Takip süresinde inmeyen testisler için günübirlik cerrahi işlem planlanır. İnmemiş testisi olan çocuklar ameliyat günü ertesi ve 15 gün sonra pansuman yapılmak üzere poliklinikte kontrol edilirler.
Bebekler anne karnında iken testisleri karın içinde olup doğumdan bir süre önce kasık kanalından skrotuma inerler. Testisin inişini tamamlayamadığı ve kasık kanalında kaldığı duruma inmemiş testis denir. İnmemiş testisli bebekler 18 aylık olana kadar testisin kendiliğinden skoruma inme olasılığı nedeniyle takip edilirler. Takip süresinde inmeyen testisler için günübirlik cerrahi işlem planlanır. İnmemiş testisi olan çocuklar ameliyat günü ertesi ve 15 gün sonra pansuman yapılmak üzere poliklinikte kontrol edilirler.
Benign, iyi huylu anlamına gelen Latince bir kelimeden türetilmiştir. Teoride tüm benign tümörler iyi davranışlı olup hasta için ciddi bir tehlike teşkil etmezler. İyi huylu tümörler genellikle kolayca normal dokulardan ayrılır ve bu nedenle cerrahi olarak çıkarılabilirler. Ancak beyin tümörlerinde olduğu gibi bazen yer aldıkları alana bağlı olarak iyi huylu tümörler dahi hasta için sıkıntılı durumlar yaratabilir veya ölüme neden olabilir.
Anestezi uygulamaları temel olarak genel anestezi ve bölgesel anestezi olmak üzere iki ana gruba ayrılabilir. Hastanın şuurunun tamamen kapatılarak tam bir “uyku” hali sağlanması genel anestezi ile sağlanır. Vücudun sadece belirli bir kısmının uyuşturulmasına bölgesel (rejyonel) anestezi denir.
Bazı kadınlarda kahve fibrokistik meme hastalığına bağlı (bir tür iyi huylu meme hastalığı) şikayetleri arttırabilir, fakat meme kanseri riskini veya diğer kanser risklerini arttırdığına dair bir bilgi yoktur.
Kolorektal kanser en sık görülen ilk 5 kanser arasındadır. Ailede kolorektal kanser hikayesi olanlarda, sigara içimi ve muhtemelen aşırı alkol alımı kolon kanseri görülme riskini artırmaktadır. Risk, aspirin veya diğer steroid olmayan anti-enflammatuar ilaç kullanımı ve muhtemelen hormon replasman tedavisiyle azaltılabilmektedir. Kolon kanseri riskini azaltmak için yapılacak en iyi öneri: fiziksel aktivitenin yoğunluğunu ve süresini arttırmak, kırmızı et tüketimini sınırlamak, şişmanlıktan korunmak ve fazla alkol tüketmemektir.
Birçok çalışma yüksek kalsiyum içeren yiyeceklerin kolorektal kanser riskini azaltmaya yardımcı olduğunu ve kalsiyum ilavesinin kolorektal adenomların oluşmasını kısmen azalttığını göstermiştir. Hem kadınlar, hem de erkekler özellikle yiyeceklerden önerilen dozlarda kalsiyum almaya dikkat etmelidir. Önerilen kalsiyum düzeyleri 19-50 yaş arasındaki kişiler için günde 1000mg ve 50 yaşın üstündekiler içinse günde 1200 mg dır. Kalsiyumun en çok bulunduğu kaynaklar; süt ürünleri, bazı lifli sebzeler ve yeşilliklerdir. Kalsiyum ihtiyacını süt ürünlerinden karşılayan kişiler, doymuş yağ miktarını azaltmak için yağsız veya düşük yağ içeren süt ürünlerini tercih etmelidirler. İlave kalsiyum almak isteyen kişiler hekime danışmalıdır.
Tüm kanserlerin bakteri veya virüsler gibi mikroorganizmalar sonucunda olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Hepatit B ve C virüslerinin karaciğer kanseri, Human Papilloma virüsünün rahim ağzı ve orofarenks tümörleri, EBV’nün lenfomalar ve HIV’nün anal kanser, lenfoma gibi bazı kanserlerin riskini arttırdığı kanıtlanmıştır. Benzer şekilde H.Pylori ile mide kanseri ve mide lenfoması arasında bir ilişki söz konusudur.
Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Temas, inhalasyon veya eşyaların ortak kullanımı sonucu kişiden kişiye bulaşması söz konusu değildir. Ancak bazı kanserlerin etkenleri arasında yer alan HBV, HIV ve HPV gibi viral ajanların bulaşı söz konusu olabileceğinden kan ve ürünlerinin alınması ve cinsel temas sırasında korunmak önemlidir.
Tüm kanserlerin %85-90’nı çevresel faktörler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu çevresel faktörlerin bilinmsei kanserden korunmada önemli rol oynayabilir. Tütün ve ürünleri tüm kanserlerin %30-35’inden, beslenme alışkanlıkları %25-30 kadarından ve obezite ve sedanter yaşam (düşük fiziksel aktivite) kanserlerin %20’sinden sorumludur. Tütün ve ürünlerinin kullanımından kaçınılması, günde 5 porsiyon taze-sebze ve meyve tüketilmesi, alkol alımının azaltılması, fiziksel aktivite ve ideal vücut ağırlığının korunması ve hangi şartlarda ve nasıl hazırlandığı bilinmeyen, özellikle hazır gıdaların tüketiminden sakınılması sayesinde kanserden büyük oranda korunmak mümkün olabilir.
Tüm kanserlerin yaklaşık %10-15’i kalıtsaldır. Özellikle ailede 2 veya daha fazla kanser öyküsü olanlar, birinci derecede akrabası genç yaşta kanser hastası olanlar, aynı anda veya yaşam boyu ikinci bir kansere yakalanan hastalarda kalıtsal kanser sıklığı oldukça yüksektir.
Kanser hem çevresel hem de kalıtsal nedenlerle ortaya çıkabilir. Kanserin %85-90’nı çevresel etkenlerdir. Tütün ve ürünleri, yanlış beslenme alışkanlıkları, obezite, radyasyon, nitrozamin gibi bileşikler, alkol ve bazı kimyasal çözücüler çevresel etkenlerin en önemli nedenleridir. Kalıtsal kanserler tüm kanserlerin %10-15’ini oluşturmaktadır. Bu kanserler genelde erken yaşta ve aile öyküsü olan bireylerde daha sık görülmektedir.
Kanser anormal hücrelerin kontrolsüz ve düzensiz çoğaldığı bir durumdur. Her organ ve dokuya ait birçok tip kanser vardır.
Bazı durumlarda kan tetkikleri kanser açısından kuvvetle şüpheli veriler verebilir, nerdeyse tanısal olarak nitelenebilir (prostat kanserinde PSA, hepatoselüler kanser veya bazı testis kanserlerinde AFP düzeyinin olduğu gibi). Ancak kanserin kesin tanısı ancak patolojik inceleme ile mümkündür.
Kanser tedavisi cerrahi tedavi, radyoterapi, kemoterapi, radyopeptit tedaviler, radyofrekans ablasyon gibi birçok tedavi yönteminin bir veya birkaçının kullanılması ile tedavi edilebilirler. Her kanser türü için farklı tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.
Bitkisel tedavi adı altında satılan ürünlerin veya karışımların denetlenmesi konusunda bir standart bulunmamaktadır. Bu ürünlerin içerikleri konusunda ciddi endişeler bulunmaktadır. Üstelik piyasada bu amaçla bulunan ürünlerin büyük bir çoğunluğu tedavi edici veya koruyucu özelliği kesin olarak kanıtlanmış ürünler değildir. Bu güne kadar bu tür ürünlerin klasik tedavi yöntemlerinden daha yararlı olduğunu gösteren bir veri bulunmamaktadır. Üstelik bu ürünler, kanser tedavisinde kullanılan ilaçların metabolizmasını etkileyerek ya bu ilaçların etkilerini azaltmakta, ya da yan etkilerini artırmaktadır. Zaman zaman ciddi hayatı tehdit eden kanamalar, karaciğer ve böbrek yetmezliği ve ölüme kadar varan olumsuzluklara neden olabildikleri bilinmektedir.
1) Başta bitkisel kaynaklı olmak üzere çeşitli sağlıklı besinler tüketiniz
-
* Her gün 5 veya daha fazla porsiyon sebze ve meyve çeşitlerinden yiyiniz
-
* İşlenmiş (rafine) tahıllar ve şekerler yerine, ham tahılları tercih ediniz
-
* Kırmızı etin, özellikle yağlı ve işlenmiş olanların tüketimini kısıtlayınız
-
* Protein kaynağı olarak sığır, keçi ve kuzu eti yerine balık, tavuk ve fasulye tercih edilmelidir
-
* Kırmızı et yenilecekse ince ve küçük porsiyon seçilmelidir
-
* Etler kızartmak ya da közlemek yerine fırında, ızgarada ya da haşlayarak hazırlanmalıdır
-
* Dışarıda hazırlanmış yemek yenecekse yağı, kalorisi, şekeri düşük besinler tercih edilmeli ve büyük porsiyonlardan kaçınılmalıdır
-
* Düşük yağlı kekler, pastalar ve benzer yiyecekler çoğunlukla yüksek kalorilidir
-
* Patates kızartması, cheeseburger, pizza, dondurma ve diğer tatlılar gibi kaloriden zengin hazır besinler yerine meyve, sebze ve diğer düşük kalorili besinler tercih edilmelidir
2) Yaşam boyu sağlıklı kiloyu koruyunuz.
-
*Kalori alımını fiziksel aktiviteye göre dengelemek gereklidir
-
*Son zamanlarda fazla kilo alanlar ya da şişman olanlar kilo vermeli ve ideal vücut ağırlığına ulaşılarak idame edilmelidir.
3) Alkollü içeceklerin tüketimi sınırlanmalıdır.
Birçok kanser türü erken tanı konduğunda tedavi edilebilir bir hastalıktır. Örneğin meme ve kolon kanseri gibi sık görülen bazı kanserlerin erken tanı ve tedavi ile yüksek oranda kür elde edildiği bilinmektedir. Ancak bazı kanser türleri sıklıkla ileri evrede tanı aldığından tedaviye alınan yanıt henüz arzu edilen düzeyde değildir.
Kanser, bulunduğu organ, doku, lokalizasyon veya salgıladığı bazı maddelere bağlı olarak belirti vermektedir. İstenmeyen kilo kaybı, makattan veya ağızdan kan gelmesi, barsak alışkanlıklarında değişiklik (uzun süren kabızlık veya gaita kalibresinde incelme), yeni ortaya çıkan ve açıklanmayan uzun süreli nefes darlığı, ele gelen kitle, iyileşmeyen cilt yarası, çabuk doyma, açıklanmayan karın şişliği, açıklanamayan çamaşır değiştirecek kadar gece terlemesi, sarılık ve ateş kanser sebebi olabilir. Bu bulgular varlığında bir hekime başvurmanız gerekmektedir.
Evet, birçok durumda kanserin mikroskopik olarak tanınması kolaydır. Ancak kesin tanı için daha kapsamlı incelemenin ve immünhistokimya ve moleküler analizler gibi özel tetkiklerin gerektiği durumlar da olabilir.
Kanser hastalarının çevresiyle ilişkisini sınırlamasına gerek yoktur. Enfeksiyonu olduğu bilinen veya enfeksiyon şüphesi olan kişilerle yakın temasta bulunmamaları yeterli olabilir. Kas ve kemik sağlığı için mümkün ise ev dışında, değil ise ev içerisinde yürüyüş yapması önerilmektedir. Şehirlerarası seyahatler için hasta mutlaka doktoruna danışmalıdır.
Kanser kemoterapi aldıkları sürece hastalarının yaşadıkları ortamda canlı bitki ve hayvan beslenmesi özellikle kan değerlerinin kritik seviyenin altına düşmesi durumunda sakıncalı olabilir.
Şeker ve şekerli besinlerin tüketilmesinin kanser hastalarında zararlı olduğuna dair kanıtlanmış bilimsel bir veri bulunmamaktadır. Yapılan klinik çalışmalarda şeker hastası olmasına karşın kanseri olan hastalarda kan şekeri kontrol altında olması halinde bir sorunla karşılaşmadıkları gösterilmiştir. Şeker hastalarının bu durumda kan şekerlerini daha sıkı kontrol etmeleri ve bu hastalığı takip eden doktorla iletişime geçmeleri yararlı olabilir. Şeker tüketmeyen hastaların yorgunluk, bitkinlik ve bilişsel fonksiyonlarında azalma olması nedeniyle kanser tedavisinde sorunlar yaşanabilir. Her besin öğesinin önerildiği şekilde ve gerektiği kadar tüketilmesi yeterlidir.
Kanserli hastalarda ağrı, hasta ve yakınlarının en önemli endişelerinden biridir. Ağrı, şiddetine ve karakteristik özelliklerine göre sınıflandıktan sonra tedavi edilmelidir. Ağrının şiddetine göre mümkün olduğunca en uygun dozda opioid türevi olmayan ilaçlarla ağrı tedavisine başlamak gerekir. Bu nedenle ağrı başlangıçta ve tedavi süresince görsel ağrı skoru gibi ölçüm metodları kullanılarak değerlendirilmelidir. Şiddetli ağrılarda opioid türevi ilaçlar ve gerektiğinde cerrahi veya diğer lokal tedavi yöntemleri (kord kesisi, ganglion veya sinir blokajı) ve morfin infüzyon pompaları kullanılmalıdır. Ağrı tedavisin doktorunuz tarafından yönlendirilmesi sizin için en iyi seçenek olacaktır.
Kanserli hastaların maske takmaları durumunda enfeksiyondan korunduklarını açıkça ortaya koyan bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak hastaların özellikle kmeoterapi etkisiyle kan değerlerinin düşmeye başladığı dönemde ev dışına çıkması durumunda maske takması yararlı olabilir.
Katarakt, göz bebeğinin arkasında bulunan ve görmeyi sağlayan doğal göz merceğinin saydamlığını kaybederek matlaşmasıdır. Hastalarda görmenin giderek azalması, okuma zorluğu, gece görüşünde bozulma veya gözlük numaralarında değişim gibi şikayetlere neden olabilir. Katarakt, ilaçla veya gözlükle tedavi edilebilen bir rahatsızlık değildir. Kataraktın ilerlemesini durdurabilecek etkili bir yöntem yoktur ve oluşmuş bir kataraktın tek tedavisi ameliyattır.
Kekemelik konuşmanın akıcılığının ya da ritminin yaşına uygun olmayan biçimde bozulması (örneğin ses ve hece yinelemeleri, sesleri uzatma, sözcüklerin parçalanması, konuşma sırasında ara vermeler, dolambaçlı yoldan konuşma, sözcükleri aşırı bir fiziksel gerginlikle söyleme ve tek heceli sözcük yinelemeleri) ile seyreden bir konuşma bozukluğudur. Kekemelik ya da yeni ismi ile çocukluk başlangıçlı konuşmanın akıcılığında bozukluk tanısı koyabilmek için belirtilerin erken yaşlarda başlaması, işlevselliği bozacak derecede şiddetli olması (konuşma ile ilişkili yoğun kaygı, konuşmaktan çekinme, konuşurken hata yapmaktan korkma, konuşmayı kısıtlama vb.) ve belirtilerin nörolojik bir hastalığa ya da bir ilacın yan etkisine bağlı olmaması gerekir.
Konuşma terapisi kekemeliği olan çocuklarda konuşma hızını yavaşlatma, ritmik konuşma gibi bazı akıcılık artırma tekniklerinin kullanıldığı bir tedavi yaklaşımıdır. Burada özellikle konuşmanın hedef alındığı, artikülasyon, fonasyon ve nefes almanın değişimini hedefleyen ya da konuşmanın akışını değiştiren teknikler uygulanmaktadır. Bu alanda uygulanabilen çok farklı konuşma terapisi tekniği bulunmaktadır. Metronom kullanarak ritmik okuma ve konuşma, heceleri uzatarak konuşma, kelimelerin başına vokal ekleme ve rahat solunum teknikleri gibi yapılandırıcı yaklaşımların yanı sıra duygusal dayanıklılığı arttırma, farklı tepki üretme, akıcılığı gündelik hayata yayma gibi düzenleyici yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Kemik içeren doku örnekleri çok sert olduklarından bunlardan mikroskopik inceleme için gereken kesitlerin alınabilmesi için öncelikle dekalsifikasyon denen bir süreçten geçirilerek yumuşatılması gerekir. Bu nedenle kemik dokuya ait büyük örneklerin patolojik inceleme süresi diğer örneklerden daha uzun sürer.
Kemik iliği ve kemik doku gibi patolojide kesit alınabilmesi için dekalsifikasyon denen süreçten geçen dokulardan, bu süreç sırasında DNA ve RNA’yı oluşturan nükleik asitler parçalandığından, bu örneklerden moleküler çalışmaların yapılması uygun değildir.
Her kemoterapinin yan etkisi farklılık göstermektedir. En sık rastlanan yan etkiler;
Genel: Halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, güçsüzlük, kilo kaybı, hıçkırık
Cilt: Döküntüler, ağız ve mukozalarda aftöz lezyonlar veya stomatit adı verilen mukozal yaralanmalar
Gastrointestinal sistem: İshal, kabızlık, karın ağrısı, hazımsızlık, karın şişliği, karaciğer enzimlerinde yükselme, kolestaz, sarılık ve karaciğer yağlanması
Üriner sistem: idrar yolu enfeksiyonu, böbrek foksiyonlarında bozulma, idrar yaparken yanma
Solunum sistemi: akciğer enfeksiyonu, akciğer zarlarında sıvı birikmesi, akciğerde fibrozis sonucu uzun dönemde nefes darlığı,
Hematolojik: kansızlık, trombosit ve beyaz küre sayısında azalma, damar içerisinde kan hücresi yıkımı,
Kalp ve damarlar: ritm bozuklukları, kalp yetmezliği, koroner arterlerde daralma, tromboflebit adı verilen damar enfeksiyonları, damar içinde kan pıhtısı oluşumu (tromboz)
Nörolojik: el ve ayaklarda karıncalanma ve his kaybı, motor fonksiyonlarda azalma
Diğer; kan şekeri yüksekliği, kan lipid düzeylerinde yükselme, elektrolit bozuklukları
Ancak bu tür yan etkilerin ilaçlara göre farklılık gösterdiği, her ilaç kullanan hastada yan etkilerin mutlaka görülmeyeceği ve her sağlık durumundaki farklılığın ilaca bağlı olmayabileceği UNUTULMAMALIDIR.
Kendine zarar verme davranışı, insanın kendine ölümcül bir zarar vermeyi planlamadığı halde, bilerek vücudunun çeşitli bölümlerine zarar verebilecek nitelikte yaralanmaya yol açan kesici aletlerle çizme ya da kesme, yakma, vurma gibi davranışlardır. Genellikle kişinin kendisini kötü hissetmesine neden olan ya da öfke, huzursuzluk duymasına veya kendisini eleştirmesine yol açan bir olayı takiben ortaya çıkar. Kendine zarar verici davranıştan sonra kişi kısa süreli bir rahatlama hissedebilir.
Kadınlarda erkek tipi kıllanma hormonal bozukluğun bir göstergesidir. Kıl ve tüy ayırımı iyi yapılmalıdır. Genellikle esmer renkli kişilerin tüyleri sık ve koyu renkli olduğunda bu kıllanma olarak düşünülür. Erkek tipi kıllanma için kadınların favori bölgesi, çene altı (sakal bölgesi), üst dudak üzeri, el üst yüzü, özelliklede parmakların üzerleri, göğüs bölgesi, uyluk iç yüzü, ayak sırtı ve gene parmaklar üzerinde saç kılı gibi sert, koyu renkli kılların olmasıdır.
Kıllanması olan kadınların önemli bir kısmında regli bozukluklarıda çıkabilir. Kıllanmanın ana nedenleri, yumurtalık, böbrek üstü bezi hastalıkları, bazı ilaçlar ve bazende cildin erkeklik hormonuna aşırı hassas olması olabilir.
Regl bozukluğu varsa kadınların yumurtlama fonksiyonları değerlendirilmelidir. Bu kadınlar daha zor gebe kalırlar.
Fazla kırmızı et tüketiminin doğrudan kansere etkisi vardır. Hayvansal gıdalar doymuş yağların ve kolesterolün ana kaynağını oluşturmaktadır. Et, her ne kadar yüksek protein ve mineral kaynağı ise de, etin özellikle de kırmızı etin fazla tüketilmesinin barsak ve prostat kanseri başta olmak üzere birçok kanserin riskini arttırdığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.
Kırmızı göz, gözün yüzey tabakalarını ilgilendiren rahatsızlıkların (konjonktivit, keratit gibi) yanı sıra daha derin tabakalrı tutan ciddi hastalıklar (üveit, glokom gibi) sonucunda da görülebilir. Göz hekimi olmayan bir kişi ışık ile kornea saydamlığını, yabancı cisim varlığını, göz yaralanmalarını kabaca değerlendirebilir, ancak kırmızı göz mutlaka bir göz hekimi tarafından detaylı olarak değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
Kız çocuklarda anneden gelen hormonların çekilmesi veya genital bölgenin hijyeni ile ilgili sorunlara bağlı labialarda yapışıklık olabilir. Bu durum bazen aileler tarafından vajinal bölgenin yapışıklığı veya yokluğu gibi değerlendirilebilir. Labial sineşi sıcak oturma banyosu ve östrojenli kremlerle izlenebileceği gibi, poliklinik şartlarında basit olarak yapışıklığın açılması ve östrojenli krem uygulaması ile sağaltılabilir. İşlem sonrası sıcak oturma banyosuna bir süre daha devam edilir. Labial sineşi çok nadir olarak ameliyathane şartlarında açılmayı gerektirir.
Kilo kaybı son altı ay içinde vücut ağırlığının %5 ve fazlasının kaybedilmesi olarak tanımlanır. İstemli veya istemsiz olabilir. Kilo kaybının altında kanserler, kronik enfeksiyonlar, şeker hastalığı ve tiroid hastalığı gibi endokrin nedenler, psikolojik hastalıklar gibi önemli sağlık sorunları yapabilir. Kilo kaybı ile gelen hastalara yakınmaları, öyküleri ve fizik muayene bulguları ışığında genel bir tarama yapılır. Bazı hastalıklara hızla tanı konabilirken bazı hastalıkların tanısı için ileri tetkikler ve daha uzun zaman gerekebilir. Bölümümüzde kilo kaybı olan hastalar titizlikle araştırılmaktadır.
Kilo vermek için diyet ve egzersizi öneriyoruz. Yağ alma ameliyatları vücut hatlarının düzeltilmesi amacı ile yapılabilir. Kliniğimizde klasik ve lazer ile olmak üzere iki farklı şekilde bu işlem uygulanmaktadır.
2238 sayılı yasaya göre on sekiz yaşından büyük ve akli dengesi yerinde olan herkes organlarının tamamını veya bir bölümünü bağışlayabilir.
2238 Sayılı “Organ Ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması Ve Nakli Hakkındaki Kanun” a göre ;
Madde 14 - Bir kimse sağlığında vücudunun tamamını veya dokularını, tedavi, teşhis ve bilimsel amaçlar için bıraktığını resmi veya yazılı bir vasiyetle belirtmemiş veya bu konudaki isteğini iki tanık huzurunda açıklamamış ise sırayla eşi, reşit çocukları,ana veya babası veya kardeşlerinden birisinin; bunlar yoksa yanında bulunan herhangi bir yakınının muvafakatiyle ölüden organ ve doku alınabilir. Aksine bir vasiyet ibraz edilmedikçe kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular alınabilir. Ölü, sağlığında kendisinden ölümünden sonra organ veya doku alınmasına karşı olduğunu belirtmişse organ ve doku alınamaz.
EKT birçok ülkede 60 yıldan uzun zamandır kullanılmaktadır. EKT, sıklıkla, ağır depresyon, mani ya da şizofreninin belirli tipleri için kullanılır. EKT genellikle, hastalar diğer tedavilere yanıt vermediğinde, diğer tedavi yöntemleri daha riskli ya da yan etkilerin kaldırılması zor olduğunda, hastanın daha önce EKT’ye iyi yanıt verdiği biliniyorsa veya psikiyatrik ve tıbbi nedenlerle hastanın hızlıca iyileşmesi gerekliyse uygulanır.
Bazı hastalar için EKT’nin tıbbi riskleri, uygulanabilecek diğer ilaç tedavilerinden daha azdır. Tipik olarak bunlar, bazı kalp hastalıkları gibi, ağır bedensel hastalıkları olan kişilerdir. İntihar eğilimi gibi hayatı tehdit eden ruhsal sorunlarda da, ilaçlardan daha hızlı etki gösterdiği için EKT tercih edilir. EKT uygulanan depresyon hastalarının %70-90’ında belirgin düzelme görülür, ki bu bilinen depresyon tedavilerinin en etkilisidir.
Klozapin, özellikle tedaviye dirençli durumlarda yüksek etkinlikle kullanılan bir atipik antipsikotik ilaçtır. Antipsikotik ilaç tedavisi gerektiren değişik rahatsızlıklarda kullanılabilmektedir. Tedaviye dirençli hastalarda tercih edilebildiği gibi, antipsikotik ilaçlara bağlı görülebilecek çeşitli yan etkilere (titreme, kasılma, yerinde duramama, istemsiz hareketler) hassas hastalarda da kullanılması uygun olabilir.
Her ilaç tedavisi gibi klozapin ile birlikte de çeşitli yan etkiler ortaya çıkabilir. Aşağıda sizin için önemli olabileceği düşünülen yan etkiler, sıklıklarına göre sıralanmıştır:
• Daha sık olarak: Sersemlik, uyku hali, dengesizlik, göz kararması (özellikle aniden ayağa kalkıldığında veya yataktan doğrulduğunda), kalbin daha hızlı atması, kabızlık, tükürükte artış̧, kilo alımı, ateş̧, baş ağrısı, ağız kuruluğu, gece terlemesi
• Daha seyrek: Uyku bozukluğu, bulantı, huzursuzluk, havale, idrar kaçırma, şaşkınlık, akyuvarlarda sayıca orta derecede azalma, döküntü veya alerjik reaksiyon, tansiyon yükselmesi, cinsel ilgi veya güçte değişme, agranülositoz (akyuvarların yapımının durması; bu durum kemik iliğini ve akyuvar oluşumunu etkileyen hayatı tehdit edebilecek bir durumdur; bu risk nedeniyle 6 ay boyunca haftalık, daha sonra aylık kan tetkikleri yapılmalıdır)
• Ender: ellerde titreme, karaciğer bozukluğu (testlerde bozulma, idrarda koyulaşma, iştahta azalma, bulantı, kusma, sarılık hali), kan şekerinde yükselme (iştah artışı, sık susama, idrar sıklığı, güçsüzlük), dilde kıvrılma hareketleri, ağız şapırdatma, kontrol edilemeyen çiğneme benzeri ağız hareketleri, burun akıntısı, güneşe hassasiyet, kas güçsüzlüğü ya da ağrılar, hırıldama veya öksürük.
• Çok ender: nöroleptik malin sendrom (tüm antipsikotik ilaçların kullanımına bağlı oluşabilecek ağır kasılma, ateş ve eşlik eden dahili problemlerle seyreden bir durumdur)
KOAH tedavisinin temeli sigaranın bırakılmasıdır. KOAH tedavisinde kullanılan ilaçlar hastalığın ilerlemesini önlemez, sadece nefes darlığını azaltmak amaçlı kullanılırlar. KOAH tedavisinde kullanılan ilaçların büyük kısmı solunum yoluyla (inhaler tedaviler) alınan ilaçlardır. Solunum yolu ile kullanılan ilaçların dozları çok düşük olduğundan ve kullanılan dozun çok az bir kısmı kana karıştığından yan etkileri yok denecek kadar azdır. Fakat ilaçlar direkt olarak solunum yollarına ulaştığı için etkileri çok kuvvetlidir. Solunum yolu ile kullanılan ilaçlar, çalışma prensipleri ve şekilleri birbirinden farklı cihazlar aracılığıyla kullanılırlar ve etkili olabilmeleri için doğru teknik ile kullanılmaları gerekir. Bu nedenle cihazların nasıl kullanılacağı çok iyi öğrenilmelidir. Solunum yoluyla kullanılan ilaçlar alışkanlık yapmazlar ve akciğerlere herhangi bir zarar vermezler.
KOAH, “ Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı” isminin baş harflerinden oluşan kısaltılmış bir hastalık ismidir. "Kronik" terimi uzun süreli bir durumun varlığını ifade etmek için kullanılırken, "Obstrüktif" terimi bu hastalığa özgü bir durum olan solunum yollarının (bronşların) tıkandığını ifade etmek için kullanılır. KOAH'da solunum yollarında meydana gelen bu uzun süreli tıkanma geri dönüşsüz ve ilerleyicidir. Hastalığın en önemli nedeni sigara bağımlılığıdır. Sigaranın bırakılması ile hastalığın ilerlemesi yavaşlar, ancak bırakılmaz ise hastalık çok hızlı ilerler.
Sigara içen bir kişide, uzun süredir olan öksürük, balgam çıkarma ve nefes darlığı yakınmaları varsa KOAH düşünülmelidir. KOAH'ın kesin teşhisi için solunum fonksiyon testi (SFT) yapılmalıdır. Bu testin uygulaması oldukça basittir. Kişi derin bir nefesle aldığı havayı solunum test cihazının plastik borusu içine hızlı bir şekilde üfler. SFT ile KOAH teşhisinin konmasının yanı sıra hastalığın şiddeti de belirlenir.
Travmatik kafa yaralanması , inme , beyin tümörü , ilaç ya da alkol zehirlenmesi, hatta altta yatan şeker hastalığı, bir enfeksiyon gibi çeşitli nedenlere bağlı oluşabilen uzun süreli bir bilinçsizlik durumudur . Koma acil bir tıbbi durumdur. Uzun süren bilinçsizlik durumunda, kalıcı bitkisel hayat durumuna geçiş görülebilir. Nedenine bağlı olarak uzun süre kalıcı bitkisel hayat durumunda olanları uyandırmak mümkün olmayabilir. Komadaki hastalarda genelde aşağıdaki belirti ve semptomlar görülür:
Gözlerin kapalı olması, beyin sapı reflekslerinin baskılanmış olması (Örneğin göz bebeği ışığa yanıt vermiyor), refleks hareketler dışında ağrılı uyaranlara yanıt alınmaması ve düzensiz solunum.
Kontakt lensler görme bozukluklarının düzeltilmesinde, bazı kornea (saydam tabaka) hastalıkarında (keratokonus veya uzun süren göz yüzey sorunları gibi) veya kozmetik amaçlı olarak göz renginin değiştirilmesinde ya da kornea hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Ancak, göz kuruluğu, allerjik göz hastalıkları gibi bazı durumlarda veya kontakt lensin göze uygun çap ve yapıda olmadığı durumlarda kullanılması uygun değildir. Kontakt lens kullanımını engelleyen bir diğer önemli sorun ise kişinin lens bakım ve saklama koşullarına uyumunun olmadığı durumlardır.
Saatler içerisinde temiz yaralanmalar yerine mikrocerrahi yöntemle iade edilebilir. Kopan uzuv nemli bir beze sarıldıktan sonra (tercihen steril gazlı bez), bir poşetin içerisine koyulur. Bu poşet ise içerisinde buz olan ikinci bir poşete yerleştirilir. İlk poşetin içerisine su gitmemesi önemlidir. Bu ameliyatlar kliniğimizde yapılmaktadır.
Kortizon hormonu böbrek üstü bezi tarafından yapılan bir hormondur. Aynı zamanda bir çok hastalığın tedavisinde de (romatizmal hastalıklar, inflamatuar barsak hastalıkları, lenfoma cinsi kanserler gibi) ilaç olarak sık kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu hormonun fazlalığına bağlı bozukluklar daha çok diğer hastalıkların tedavisi sonucu ortaya çıkmaktadır. Fazla kortizon yapımı ise ya böbrek üstü bezindeki bir tümörden, ya hipofiz bezinde veya bazı kanserlerde fazla yapılan kortizon yapımını uyaran bir diğer hormonun aşırı yapımından kaynaklanmaktadır. Bu hastalık Cushing sendromu olarak tanımlanmıştır.
Kortizon fazlalığında hastaların en sık şikayetleri fazla kilo alma (özellikle göbek bölgesinde), halsizlik, ciltte mor renkli çatlaklar, yüzde genişleme ve hafif kızarıklık (ay dede görünümü), kas ağrıları, yürümede, merdiven çıkmakda zorluk, kan basıncı yüksekliği, kan şekeri yüksekliği, karın ağrısı, baş ağrısı gibi şikayetlerdir.
Günümüzde diyabet, hipertansiyon, obezite, kanser hastalıkları gibi kronik hastalıkların sıklığı giderek artmaktadır. Hastalıklar oluştuktan sonra tanı, tedavi ve takipleri hastalar için yorucu, uzun süreli ve maliyetli olmakta ve hastalıkların neden olduğu sakatlık veya ölümlerle sonuçlanmaktadır. Günümüzde hastalıklar gelişmeden önlemlerini almak kabul gören davranışlar olmuştur. Örneğin diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, obezite, aterosklerotik kalp hastalığı gibi bazı hastalıklar basit yaşam tarzı değişiklikleri ile önlenebilmekte veya geciktirilebilmektedir. Kronik akciğer hastalığı ve birçok kansere yol açan sigaranın bıraktırılması ve enfeksiyonlardan korunmak için aşılamanın önerilmesi koruyucu hekimlik alanında yürütülen faaliyetlerdendir.
Malign, kötü huylu anlamına gelen Latince bir kelimeden türetilmiştir ve benign tersi olarak kullanılır. Kötü huylu tümörler genellikle köken aldıkları dokuların sınırlarına bağlı kalmayıp çevre dokuyu istila ederler (infiltrasyon, invazyon). Yanı sıra malign hücreler orijinal kitleden kopup kan veya lenfatik dolaşıma girebilir, böylelikle köken aldıkları organdan uzaklara vücudun başka yerlerine yayılabilir (uzak metastaz).
Kötü yumurtalık cevabı tüp bebek öncesi tahmin edilebilir (Antimülleriyan hormon, âdetin 3. Günü FSH, E2, adetli dönemde antral follikül sayısının belirlenmesi). Antimülleriyan hormonun 0.5 ng/ml altında olması %85 doğruluk ile kötü yumurtalık yanıtını gösterir. Ayrıca adet döneminde her iki yumurtalıkta 5’ten az öncü yumurtanın olması, varsa daha önceki tüp bebekte her iki yumurtalıktan 5’ten az yumurta toplanmış olması kötü yumurtalık cevabını gösterir.
Daha önceden yumurtalık cerrahisi geçirmiş olmak, daha önceden bir yumurtalığın alınmış olması, ağır sigara içimi, ileri evre endometriozis varlığı, daha önceden kemoterapi veya ışın tedavisi almış olmak kötü yumurtalık yanıtına risk oluşturur.
Hayatı tehdit eden yoğun bakım gerektiren hastalıktır. Kritik hastalık nedeni olan bazı durumlar şunlardır;
1- KOAH, astım atağı, ağır zatüre, akciğerde sıvı(akciğer ödemi), akciğer damarlarında pıhtı(pulmoner emboli), öksürmekle ağızdan kan gelmesi gibi akciğer problemleri
Bu problemler problem çözülene kadar hastaların solunum destek ünitesine bağlı kalmalarına neden olabilir.
2- Kalp krizi, kalp yetmezliği, anormal kalp atımı (aritmiler), çok yüksek veya çok düşük kan basıncı (şok) gibi kalp ve damar sistemi problemeleri
3- Beyin içine kanama, inme, nöbet geçirme, koma ve beyin travması, ensefalopati gibi beyin problemleri
4- Tüm vücudu etkileyen kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar (sepsis)
5- Ameliyat sonrası ciddi problem oluşabilecek izlenmesi gereken riskli cerrahi hastaları
6- Akut böbrek yetmezliği, akut karaciğer yetmezliği gibi önemli organ yetmezlikleri
7- Kanamalar, travmalar (araba kazaları, silahlı yaralanmalar, yanık... gibi), zehirlenmeler
Yoğun bakıma alınan hastaların hızlı bir şekilde iyileştirilmeleri planlanmaktadır. Bazı hastalarda birkaç gün içerisinde solunum cihazı ya da diğer yoğun bakım tedavisi ihtiyacı ortadan kalkmaktadır. Ancak bazı hastalarda, iyi bir yoğun bakım uygulamasına rağmen, kritik hastalık süreci uzayabilmektedir. Kronik kritik hastalık gelişebilmekte ve solunum cihazına bağlı olmaksızın, kendi normal solunumlarını gerçekleştirmekte güçlük çekmektedirler.
Kronik hastalık “uzun süreli hastalık” demektir ve orta ileri yaşlarda sıklıkla görülür. Genellikle yavaş ve sinsi seyirlidir, kesin tedavisi yoktur yani bir tedaviyle tamamen ortadan kalkmaz, ömür boyu devam eder ve tedavi edilmediği sürece kalıcı sakatlık bırakır. Toplumumuzda en sık gördüğümüz kronik hastalıklar hipertansiyon, kalp hastalığı, şeker hastalığı, tiroid hastalıkları ve çeşitli kanserlerdir. Bu hastalıkların erken teşhisi vücutta kalıcı zarar gelişmesinin önlenmesi ve tedaviden fayda görülmesi açısından önemlidir. Örneğin bir hipertansiyon hastasını erken tespit eder ve tedaviye başlarsanız kalp krizi veya inme gelişme riskini azaltmış olursunuz. Birçok kanser vakasında erken teşhis ile tam düzelme sağlanmakta veya sağlıklı yaşam süreleri uzatılmaktadır. Kronik hastalıklar uzun süreli oldukları için periyodik takipler yapılmalı ve gerektiğinde tedavi değişikliklerine gidilmelidir. Bölümüzde kronik hastalıkların erken teşhisine ve periyodik takibine özel önem verilmektedir ve hastalar bu açıdan bilgilendirilmektedir.
The most common cause of ringing is loss of hearing due to age. This can be easily diagnosed with a hearing test. The role of subsequent drug treatments is limited. A number of very different treatments for this problem are successfully applied at the audiology unit of the Hacettepe Ear Nose and Throat department.
The condition known as otosclerosis is only encountered in humans and is a bone illness that affects the inner ear. Here, the movement of the stapes is impaired and can result in conductive hearing loss. The condition is more common in women and can lead to greater loss in hearing during pregnancy. Surgery is employed to treat the illness. The upper portion of the stapes is taken out by raising the eardrum and a special prosthetic is attached to the hole drilled in the footplate.
Bilindiği üzere son yıllarda sporda dopingle mücadele kapsamında ulusal ve uluslar arası yarışmalarda ve hatta yarışma dışı durumlarda doping kontrol numuneleri sıkça alınmaktadır. Bu yüzden özellikle elit sporcular takım doktorları ya da spor hekimlerinin bilgisi haricinde kesinlikle herhangi bir ilaç kullanmamalıdır. Sporcular kullandıkları ilacın prospektüs bilgilerinden içinde bulunan maddelerin isimlerini Dünya Dopingle Mücadele Ajansının(WADA) her sene güncellediği yasaklılar listesinden aratarak bu ilaçların yasaklı madde kapsamında olup olmadığını kontrol edebilirler. (http://list.wada-ama.org)
Kuru göz hastalığı göz yaşının yapımının ve veya kalitesinin yetersiz olduğu durumda ortaya çıkan ve hastaları oldukça rahatsız eden kronik bir göz yüzey hastalığıdır. Kuru göz hastalığına 50’den fazla göz ve vücut hastalığı yol açabilir. Romatizmal hastalıklar ve cilt hastalıkları kuru göz hastalığını tetikleyeilir. Bu hastalığa yakalanan kişilerde aralıklı veya sürekli olarak gözlerde batma, göze kum kaçmış hissi ve yanma şikayetleri ortaya çıkar. Hafif seyirli olabileceği gibi göz yüzeyinde yararların da gelişebileceği ağır formları bulunur. Kuru göz hastalığının tedavisi devamlılık göstermesi gerekmektedir. Tedavisinde hem göz damla ve merhemleri kullanılması hem de yaşam tarzının değiştirilmesi gerekli olmaktadır.
Laryngeal is the most common cancer observed in the head-neck area and is also the most fatal. The greatest risk factor for the illness is the smoking of cigarettes and consumption of other tobacco products. The risk is also greater for those having to spend an extended amount of time in areas where they have to endure second-hand smoke. Other risk factors include alcohol, genetic predisposition and air pollution.
For tumors that have taken hold in the vocal folds, removing the affected vocal fold by avoiding the tumor during biopsy is generally sufficient for both the diagnosis and the treatment. In the more advanced stages of the illness, a more comprehensive treatment may be employed that includes radiotherapy, chemoradiotherapy, or a partial or complete laryngectomy, depending on the location of the tumor and other factors specific to the patient. Once again, depending on the growth stage of the tumor and its location, these patients may undergo a single or double-sided “neck dissection” that involves the clearing of lymph nodes present in the neck.
Laryngeal cancer occurs when there is uncontrolled growth of abnormal cells in the throat. The cancer cells may spread inside the throat or to adjacent tissues or to more distant parts of the body. 80-90% of cases of laryngeal cancers are due to smoking. The odds of developing cancer increases with the amount of cigarettes smoked and the length of time the habit continues. After quitting smoking, the chance of developing cancer is gradually reduced, with the risk being half that of smokers after five years. Laryngeal cancer is also a risk for non-smokers who have to endure second-hand smoke for extended periods of time.
After receiving an account of the patient’s medical history their symptoms are evaluated and a detailed physical examination is carried out. This may be supported by a CAT scan and/or an MRI, depending on the findings from the physical examination. A biopsy and a pathological test of the extracted tissue should be carried out to ensure an accurate diagnosis. The biopsy is carried out under a general anesthetic and direct examination. During biopsy, the lesion can be observed by determining the areas to which the tumor has spread. For tumors that have occurred in the vocal folds, the fold in question can be removed, depending on the condition of the lesion, thereby making it possible to both biopsy and treat the illness.
With the exception of those that have developed in the vocal folds, symptoms of laryngeal cancer will not present during the early phase of the illness. That is why the great majority of sufferers do not become aware of these symptoms until the advanced stages of the illness. However, tumors that have occurred inside the vocal folds can be detected early on if the patient complains about loss of voice. Other symptoms, in addition to voice loss, include swallowing difficulties and swelling in the neck. Other common symptoms are: extensive bouts of coughing that show no signs of abating, breathing difficulties, fatigue, loss of appetite and weight loss.
Kliniğimizde kullandığımız Erbium YAG lazer ile ince kırışıklıklar başarı ile tedavi edilebilmektedir.
Efforts of major organizations such as United Nations and World Health Organization to put an end to the plague have not given any results yet. Although even military measures were taken, the plague was not taken under control. Transportation has gathered pace today. A plane which takes off from anywhere can reach the other end of the world within hours. Ebola poses a risk to the entire world as the symptoms take up to 20 days to emerge once it is contracted and the disease agent can be contracted with direct contact between people. Ebola virus can be transmitted quite rapidly between humans.
Meme büyütme ameliyatları hemen daima estetik amaçlı olup devlet tarafından karşılanmamaktadır. Meme küçültme ameliyatlarında ise meme başına çıkarılan doku 1kg. dan daha fazla ise sağlık sigortanız bunu karşılayabilir.
Meme kanseri ülkemizde kadınlarda kanser türüdür. İlk adetin 12 yaşından önce olması, hiç doğum yapmamış olmak veya ilk doğumu 30 yaşından sonra yapmak, geç yaşta menopoza girmek ve ailede meme kanseri hikayesi olması meme kanseri riskini arttıran faktörlerdir. Bununla birlikte gereksiz hormon replasman tedavisi kullanımından kaçınmak, obeziteden korunmak, fiziksel aktivite yapmak ve emzirmek gibi davranışlar bu riski azaltmaktadır.
Evet yapılabilir, bunun için sizi takip eden genel cerrahi uzmanından plastik cerrahi konsültasyonu istemesini rica edebilirsiniz. Bu ameliyatlar kliniğimizde yapılmaktadır.
Menisküsler her iki dizimizde ikişer adet (iç ve dış menisküs) olmak üzere yer alan kıkırdak dokudan oluşmuş, diz ekleminde amortisör görevi yapan şok emici yapılardır. Özellikle sabit ayak üzerinde rotasyonel travma sonrası yaralanması sık görülür. Genellikle başka bir sporcu ile çarpışma ya da temas yoktur. Beraberinde iç yan bağ ve çapraz bağ yaralanmaları olaya eşlik edebilir. Menisküs dokusu, ani dönme hareketleri başta olmak üzere, dizdeki travmalar sonucu yırtılabilmektedir. Bu tahribat daha çok sporcularda görüldüğü için bir sporcu hastalığı olarak algılansa da menisküs rahatsızlıkları sadece spor yapanlarda değil dizini herhangi bir şekilde zorlamış herkeste görülebilir. Hastalar en sık ağrı şikayeti ile doktora başvurmaktadır. Bunlara ilaveten dizde şişlik, eklemin hareket açıklığında azalma, takılma, kilitlenme gibi şikayetler varsa mutlaka bir hekime başvurmak gerekir ve gereğinde MR ile değerlendirilebilir. Menisküs dejenerasyonları (kronik zorlamaya bağlı oluşan hasarlar) ilk planda konservatif yöntemlerle (dinlenme, soğuk uygulama, bandaj, analjezik ilaçlar gibi) takip edilir. Hastanın menisküslere binen yükü azaltmak için mutlaka diz çevresi kasları kuvvetlendirmeye yönelik egzersizler yapması gerekir. Bu tedavi yöntemlerine yanıt vermeyen ağrılarda, dizde şişlik ya da kilitlenme yapan menisküs yırtıklarında artroskopik onarım gerekebilir.
Cerrahi süresince anestezi verilmektedir. Anestezi süresini cerrahi süresi belirler ve anestezi süresi, beklenmeyen durumlar -hasta hayatını tehdit eden- dışında kesintisizdir.
Tiroid bezinde bezden bağımsız ele gelen bir yumru varsa buna tiroid nödülü denir. Nodül sayısı birden fazla ise buna çoklu tiroid nodülleri – multinodüler guatr denilmektedir.
Nodüller üç konuda önemlidir.
A) Çok çalışan nodüller hipertiroidizme neden olabiliriler. Bu tiroid hormon fazlalığının mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
B) Nodüller yapı olarak kanser olabilir.
C) Çok büyük nodüller nefes borusuna baskı yapıp nefes darlığına neden olabilirler.
Son iki durumda yani nodül baskı yapıyorsa veya yapı olarak kanser şüphesi varsa tedavi cerrahidir. Fazla çalışan nodüllerde önce hormon yüksekliğini düzeltmek sonra cerrahi veya radyoaktif iyot ile tedavi etmek daha uygundur.
Nodüllerde kanser şüphesi önemlidir. Ama her nodül kanser değildir. Tüm nodüllerin %90’ dan fazlası iyi huyludur önemli olan kanser riski olan nodülü saptamaktır. Bu nedenle hastalarda mutlaka ultrasonografik değerlendirme ve gerekirse biyopsi yapılmalıdır.
Tiroid hormon fazlalığı olan yani hipertiroidisi olan hastalarda ise tiroid nodülün fonksiyonunu değerlendirmek amacıyla sintigrafi denilen nodülün radyoaktif maddeyi ne kadar tutabildiğini gösteren bir yönteme başvurulur. Nodül eğer sintigrafide sıcak görünüyorsa yani radyoaktif maddeyi fazla tutuyorsa bu nodül toksiktir denir. Sıcak nodüllerde kanser riski çok düşük olduğundan bir çok merkezde bunlar biyopsi gereksinimi olmadan direkt endokrinologlar tarafından tedavi edilir.
Fazla kilo ve şişmanlığın aşağıdaki kanserlerle birliktelik gösterdiği yapılan epidemiyolojik ve hayvan çalışmalarıyla desteklenmiştir.
1. Meme kanseri
2. Barsak (kolon) kanseri
3. Rahim (endometriyum) kanseri
4. Yemek borusu (ösofagus) kanseri
5. Safra kesesi kanseri
6. Pankreas kanseri
7. Böbrek kanseri
Vücutta fazla miktarda yağ dokusu artışı ile ortaya çıkan şişmanlık ya da obezite; geçmişte sağlık ve zenginlik göstergesi olarak gösterilmiştir. Günümüzde ise ciddi bozukluklara neden olabilen bir hastalık tablosudur. Obezite çok sık karşılaşılan bir durumdur. Dünya Sağlık Örgütü, obezitenin tüm Dünyada yaygın olduğunu ve yıllar içinde hızla artarak alarm sinyalleri verdiğini bildirmektedir. Ülkemizde de obezite sıklığı oldukça fazladır. Obezite tanısı basit bir ağırlık ve boy ölçümü ile konabilir. Bu iki veriden çıkarak bir indeks tanımlanmıştır. Vücut kitle indeksi (VKİ). Bu ağırlığın boyun metrekare cinsinden miktarına bölünerek elde edilir. Örneğin 160 cm boyunda 80 kilogram ağırlığında bir kişinin vücut kitle indeksi yaklaşık 31 kg/m2’dir. Vücut kitle indeksi 25-30 kg/m2 olan kişiler fazla kilolu, 30 kg/m2 üstünde olanlar ise obes olarak değerlendirilir. Obezite de kendi içinde vücut kitle indeksine göre derecelendirilir. Bu ölçü her zaman doğru obezite tanısı koydurmaz. Düzenli spor yapan kişilerin kas kitlesi arttığından ağırlıkları fazla olabilir ve vücut kitle indeksi yüksek çıkar. Bu nedenle gerçek obezite tanısı için vücut yağ miktarını ölçen metodlar en doğru sonucu verecektir.
Yağ dokusunun yerleştiği bölgeler kalb gibi organlara zararı yönünden değerlendirilmelidir. Organ yağlanmaları ile giden daha tehlikeli olan obezite tipinde yağ dokusu daha çok göbek bölgesinde toplanır.
Obezitenin en sık görülen nedeni yeme davranışımızdaki bozukluklardır. Aşırı yemek yeme, hareketsiz yaşam şekli en sık obezite nedenleridir. Bunlar dışında bazı hormon bozuklukları, beyinde iştah merkezindeki bozukluklar, genetik , kalıtımsal nedenlerle obezite ortaya çıkabilir.
Obezite sorunu ortaya çıkmadan önlenirse başarı şansı daha çok yükselir. Bu nedenle toplumun sağlıklı beslenme, düzenli eksersiz alışkanlığı kazanması için gayret sarfedilmelidir. Günümüzde giderek artan sağlıksız, çok yüksek kalorili hazır gıdalar, ve tüm gün televizyon yada bilgisayar başında oturmak obezite sıklığını tüm dünyada artırmaktadır.
Obez kişilerin çoğu hızlı ve kolayca zayıflamayı planlarlar. Başarılamadığında ise hastalar motivasyonlarını kaybedip yeniden kilo almağa başlarlar. Obezite tedavisi başında ulaşılabilir hedefler koymak önemlidir. (6 ayda %5-10 kilo kaybı gibi). Vücut ağırlığındaki %10 kadar bir azalma bile risk faktörlerinin belirgin olarak azalmasını sağlar. Kilo vermekten daha önemlisi verilen kilonun idamesinin sağlanmasıdır. Kilo verenlerin %95’ inden fazlası yeniden kilo almaktadır. Kilonun korunması uzun süreli davranış değişikliği, dengeli ve sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitenin artırılmasına bağlıdır. Bu amaca yönelik olarak tedavide ana nokta enerji alımının azaltılması ve enerji harcanmasının artırılmasıdır. Obezite tedavisinde beslenme tedavisi, fiziksel aktivite, davranış tedavisi, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi gibi çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
Obezite ya da şişmanlık vücutta aşırı yağ birikimi olarak tanımlanabilir. Obezite birçok sağlık, psikolojik ve toplumsal sorunlara yol açabilen bir durumdur. Obezitenin tanımlanması ve sınıflanması için en yaygın kullanılan araç “vücut kütle indeksi”dir. Vücut kütle indeksi >30 kg/m2 olması obezite, >40 kg/m2 olması morbid obezite olarak kabul edilir. Obeziteye yol açabilen hormonal hastalıklar gibi altta yatan nedenin araştırılması ve varsa tedavisinin yönetilmesi, obezitenin düzeltilmesi için önerilerde bulunulması, obezitenin yol açtığı sorunların düzeltilmesi gibi sağaltım yöntemleri uygulanmaktadır.
Sıklıkla karşılaşılan obsesyonlar arasında aşağıdakiler sayılabilir:
• Kir ve mikroplarla aşırı uğraşı
• Tekrarlayıcı emin olamama (örneğin ocağı kapatıp kapatmadığından emin olamama)
• Birine şiddet uygulama veya zarar verme düşünceleri
• Düzen ve simetri ile ilgili aşırı uğraş
• Kişisel dini inançların aksine tekrarlayıcı düşünceler
Kişi genel olarak bu tür girici, tekrar eden ve rahatsızlık verici düşüncelerin saçma olduğunu düşünse de bu bilgi düşüncelerin zihinden uzaklaştırılması için yeterli olmaz ve yoğun sıkıntı yaşanır.
Obsesyonların ortaya çıkarttığı bunaltının giderilmesine yönelik kompülsiyon davranışları için aşağıdaki örnekler verilebilir:
• Tekrarlayıcı ve çok sık bir şekilde el yıkama
• Tekrarlayıcı şekilde kontrol etme
• Bazı davranışları belli sayılarda tekrarlama
Obsesif kompülsif bozukluk girici, tekrar edici, engellenemeyen, çoğunlukla bireyin saçma bulduğu, rahatsız edici düşünceler (kirlenme, simetri, sayı sayma, kontrol etme, emin olamama) ve bu düşüncelerin neden olduğu bunaltıyı azaltmaya yönelik davranışlardan (kompülsiyon) oluşan bir bozukluktur.
Kişinin hayatta iken, serbest iradesi ile tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermesidir.
• Organ Nakli Yapan Merkezlerde,
• Hastanelerde,
• Organ nakli ile ilgilenen vakıf, dernek vb kuruluşlarda organ bağışı işlemi yapılabilir.
Organ Bağışında,
Organ bağışı kartını iki tanık huzurunda doldurup imzalamak yeterlidir.
Bağışlanmış olan organın uygunluğu organ bağışlayan kişide beyin ölümü gerçekleştikten sonra araştırılır.
Organ bağışında bulunan kişilerin bu konuda aileleri ve yakın çevrelerini bilgilendirmeleri daha sonra çıkabilecek problemleri önlemek açısından ve beyin ölümünden sonra bağışcı olabilme durumu ile ilgili yapılacak görüşmede karar verme sürecini etkilemesi açısından yararlı olacaktır.
Büyük dinlerin çoğu organ bağışını onaylamakta ve desteklemektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 6.3.1980 Tarih Ve 396 sayılı kararı ile organ naklinin caiz olduğunu açıklamıştır.
Bu Kararda;
• Zaruret halinin bulunması,hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığının mesleki ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir doktor tarafından tespit edilmesi,
• Doku ve organı alınacak kişinin bu işlemin yapılmış olduğu sırada ölmüş olması,
• Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ ve dokusu alınacak kişinin sağlığında buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla, yakınlarının rızasının sağlanması
• Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması,
• Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak olan bu nakle razı olması gerekir.
Kuran-I Kerim’de de
"Kim Bir İnsana Hayat Verirse Onun Tüm İnsanlara Hayat Vermişçesine Sevap Kazanacağı" Beyan Olunmaktadır.
(Maide Suresi, Ayet 32)
Vücutta görevini yerine getiremeyen bir organın yerine canlı veya kadavradan alınan yeni, sağlam bir organın cerrahi yöntemlerle nakledilmesi işlemidir.
Vücudunuzun takılan böbreği reddetmemesi (rejeksiyon) için immün sistemi baskılayan (immunosupresif) ilaçlar kullanacaksınız. İmmün sistem vücudun savunma (bağışıklık) sistemidir, hastalık yapan etkenlere karşı vücut direncini sağlar ve savunmasından sorumludur. İmmünosüpresif ilaçlar böbrek reddedilmesini önlerken vücudun bağışıklık sistemini baskılar, zayıflaştırır ve vücudunuzun enfeksiyonlara yatkınlığını arttırır.
Organ naklinde kullanılan immunsupresif ajanlar:
• Kalsinörin inhibitörleri
o Neoral-Sandimmun (Siklosporin - A)
o Prograf (Takrolimus)
Diğer immunuosupresifler
o CellCept (Mikofenolat Mofetil (MMF) )
o Myfortıc (Mikofenolat Sodyum)
o Rapamune (Sirolimus)
o Certican (Everolimus)
o Imuran (Azathioprine)
Steroidler
o Deltacortril (Prednisolone)
Bağışıklık Sistemini Baskılayan Diğer İlaçlar
Nakilden sonra bu ilaçlardan hangilerini kullanacağınıza nakil doktorlarınız karar verir.
Bu ilaçların adlarını, görünümlerini, günde hangisinden kaç tane içeceğinizi, hangi ilacın ne işe yaradığını ve yan etkilerini öğrenmeniz gerekir.
Bu ilaçları takılan böbrek vücudunuzda kaldığı sürece her gün kullanacaksınız. Eğer kullanmazsanız vücudunuz takılan böbreği reddedebilir.
Hastanede, kendinizi hazır hissettiğinizde ilaçların kullanımı ve etkileri size anlatılacaktır. Hastanede bulunduğunuz süre içinde ilaçlarınızı nasıl kullanmanız gerektiğini öğrenmemiz beklenmektedir. Bu program taburcu olmadan önce kendinize güveninizi artıracaktır.
Kullanacağınız diğer ilaçlar, immünosüpresif ilaçların ciddi yan etkilerini önlemek veya diğer sağlık sorunlarınız için olabilir. Önerilen tüm ilaçları düzenli şekilde kullanmanız sağlığınız açısından çok önemlidir.
İlaçlarınızı ve nasıl kullanılacağını bilmek sizin sorumluluğunuzdur...
Bu tedavi sırasında canlı virüs aşısı olmamanız gerekmektedir.
Her hastanın kişisel özelliklerine göre tedavisi ve kullandığı ilaçlar farklı olabilir.
Osteoporoz kelime anlamıyla delikli bir kemik dokuyu ifade eder. Kemik kütlesinin azalması, kemiğin mikroskopik yapısının bozulması ile ortaya çıkan kırıklarla giden tüm kemikleri tutabilen bir hastalıktır. Osteporozun en önemli nedenlerinden birisi menopozdur. Menopozla birlikte kadınlık hormonu (estrojen) seviyesi düşmektedir. Estrojenin kemik dokuyu koruyucu etkisi vardır ve eksikliğinde kemik yıkımı hızla artar. Özellikle erken menopozda, veya cerrahi yoldan menopoza giren hastalarda osteoporoz daha sık ortaya çıkar. Bir diğer önemli neden ise yaşlanmadır. İnsanlar yaşlanırken hem kemik yapımında, hem de barsaklardan kalsiyum emiliminde azalmalar ortaya çıkar.
Osteoporozun menopoz sonrası ve yaşlanma dışında başka nedenlerlede ortaya çıkması mümkündür. Bunların bir nedeni ilaçlardır. Örneğin uzun süre kortizon, ya da kan pıhtılaşmasını engellemek amacıyla heparin kullanan hastalarda osteoporoz sıktır ve oldukça ağır seyreder. Uzun süre yatalak kalanlarda, romatizmal hastalıklarda, ince barsak hastalıklarında, bazı kan hastalıklarında, hormon bozukluklarında, şeker hastalığında, uzun süreli ağır akciğer hastalıklarında osteoporoz ortaya çıkabilir.
Osteoporozdan korunmanın en sağlıklı yolu dengeli beslenme, yeterince kalsiyum içeren gıda tüketme ve eksersizdir. Düzenli yapılan eksersizler kas kütlesini artırarak kemik kütlesinin azalmasını önlerler. Yeterince güneş ışığından faydalanmak şarttır. Güneş ışığı ciltteki özel bir kolesterolun vitamin D’ye dönüşmesini sağlayarak barsaklardan kalsiyum emilimini artırır.
Günümüzde otizm tedavisinde en önemli yaklaşım özel eğitim, davranış terapileri ve aile eğitimidir ancak bazı belirtiler için ilaç tedavisi de gerekli olabilmektedir. Otizm yaşam boyu süren bir bozukluk olması sebebiyle tedavi kişinin yaşı, gelişimi ve işlevsellik düzeyine göre değişir. Küçük çocuklarda konuşma, dil eğitimi ve özel eğitim üzerine odaklanılır, ebeveynler eğitim programının içine dahil edilir ve belli hedef belirtiler varlığında ilaçlar kullanılır.
Ön çapraz bağ tamiri sonrası rehabilitasyon protokolleri cerrahın tercihi, kullanılan greft materyali ya da hastanın sosyal beklentisine göre değişebilmekte olup genel olarak ön çapraz bağ ameliyatı sonrası rehabilitasyon programı belirli aralıklarla doktorunuzun kontrolünde fizyoterapist eşliğinde en az 4 ay kadar sürmektedir. Bu süreçte ilk planda eklem hareket açıklığını kazanmak, ameliyat olan dize yük vermeme sonrası gelişen kas kuvveti kaybını tekrar kazanmak hedeflenir. 4. ayın sonunda fizik muayene ve testler sonrası doktorunuz uygun gördüğünde spora özgün egzersizlere geçiş mümkün olmakla birlikte bunun kararını vermede bölümümüzde uyguladığımız kas gücünü sayısal olarak değerlendiren izokinetik test oldukça yardımcı olmaktadır.
Panik bozukluğunun tedavisinde ilaç tedavileri ve bilişsel davranışçı terapiler gibi psikolojik tedaviler yüksek etkinlikle kullanılmaktadır.
Panik bozukluğu kronik, tekrarlayıcı, beklenmedik anlarda ortaya çıkan, tehlike olmadan çok yoğun korku duygusu ve eşlik eden bedensel belirtiler ile karakterize bir bozukluktur.
Aşağıdakiler panik bozukluğunun en sık karşılaşılan belirtileridir. Her birey bu belirtileri farklı düzeyde yaşayabilir.
• Kalp çarpıntısı
• Terleme
• Titreme
• Nefes darlığı
• Boğulma hissi
• Bulantı veya karın ağrısı
• Baş dönmesi
• Kontrolü kaybetme hissi
• “Çıldırma” veya ölüm korkusu
• Üşüme veya sıcak basması
Panik bozukluk tipik olarak geç ergenlikte veya erken erişkinlikte başlamaktadır. Kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla sıklıkta ortaya çıkmaktadır. Bazı bireyler bu bozukluğun gelişimine kalıtımsal yatkınlık gösterebilirler.
Evet, moleküler çalışmaların birçoğu parafin bloktan yapılabilir.
Özellikle bazı kanser tipleri ile ilişkili olarak tanımlanmış bazı DNA bozukluklarının saptanması için testler mevcuttur. Patologlar gerektiğinde tanısal amaçlı olarak bu testleri kullanabilir.
Doku örneğinde ne tür anormalliklerin olduğunu anlamak için doku ve hücreleri mikroskop altında inceler. Bu inceleme sonucu tanıyı açıklayan bir rapor yazar. Raporda yer alan bilgiler klinisyenin hastanın tedavi sürecini planlamasına yardımcı olur.
Patolog biyopsi örneklerini, bunlara ait doku ve hücreleri mikroskop altında inceleyerek hastalıkları teşhis eden bir uzmandır. Patoloji başta kanser olmak üzere birçok hastalığın kesin tanısının verilmesi üzerine yoğunlaşmış bir uzmanlık dalıdır. Patolog tarafından verilen hizmetler genellikle refere eden klinisyen aracılığıyla olur. Birçok hastanın hiç karşılaşmadığı patoloğun doktorun doktoru olma gibi bir rolü vardır.
Evet görüşür. Bu gerek hasta talep ettiğinde hastanın patoloğu ile görüşmek istemesi şeklinde, gerekse patolog hasta hakkında bilgi edinme ihtiyacı duyduğunda patoloğun hasta ile görüşmek istemesi şeklinde olabilir.
Patolog tıp doktorudur.
Patoloji raporu biyopsi örneğinin belli bir hastaya ait olduğunu belirten ve tanının detaylarını içeren bir rapordur.
Patoloji raporunda aşağıda sıralanan bilgiler yer alır
• Hasta bilgisi : Ad-soyad, yaş
• Hastanın doktorunun adı
• Biyopsi tarihi
• Örneklenen doku tipi ve örnekleme şekli
• Klinik ön tanı
• Makroskopik tarif: Dokunun boyutu, ağırlığı, rengi ve çıplak gözle dokuda görülebilen değişiklikleri tanımlar
• Mikroskopik tarif: Mikroskop altında dokuda izlenen değişiklikleri tanımlar
• Tanı: Makroskopik ve mikroskopik inceleme sonrası elde edilen tanıyı tanımlar
• Patoloğun ve laboratuarın adı
Patolojik inceleme sonrası “kanser/neoplazi” tanısı verildiyse patoloji raporunda aşağıda sıralanan ek bilgiler yer alır.
- Tümör tipi ve derecesi (hücrelerin mikroskop altında ne kadar anormal göründükleri ve tümörün hangi hızda büyüyüp yayılabileceği hakkında bilgi veren özellikler)
- Tümörün boyutu
- Tümörün cerrahi sınırları
1. Pozitif cerrahi sınır: tümörün hastadan çıkarılan parçanın cerrahi kesi yerinde devam ediyor olması durumudur
2. Negatif ve intakt cerrahi sınır: hastadan çıkarılan parçanın cerrahi kesi yerlerinde tümör olmaması
3. Cerrahi sınıra yakın: hastadan çıkarılan parçanın cerrahi kesi yerlerinde tümör olmaması ancak tümörün bu cerrahi kesi sınırlarına çok yakın olması
- Tanıya varabilmek için kullanılan ek tetkiklerin sonuçları hakkında notlar
Biyopsi örneği kanserli olarak tanımlandıktan sonra rutin boya olan hematoksilen eosin (H&E) ile belirlenemeyen bazı özelliklerin tanımlanabilmesi için patolog ek tetkikler isteyebilir. Bunlardan en sık kullanılanı immünhistokimyasal boyamalardır. İmmünhistokimya hücrelerdeki bazı spesifik antijenleri tanımak için antikorların kullanıldığı bir yöntemdir. İmmünhistokimyasal tetkikler sıklıkla
• Kanser/neoplazinin hangi hücreden köken almış olduğunu anlamak
• Farklı kanser tipleri arasıda ayırım yapmak
• Kanserleri alt tiplerine ayırmak Için kullanılır.
Ek tetkiklerin bir diğeri ise moleküler tanısal tetkiklerdir. Bu tetkikler kanserli hücrelerde tanımlanmış ve tanısal olan özgün genetik anomalileri saptamak için kullanılır ve sonuçlar patoloji raporuna eklenir.
-
• Floresan in situ hibridizasyon (FISH): Belli genlerin pozisyonunu tanımlar. Kromozomal anomalileri ve translokasyonlar (bir genin bir yerden diğer bir yere göçü), delesyonlar (bir genin eksikliği) veya amplifikasyonlar (bir genin sayıca artışı)gibi genetik anomalileri tespit etmek için kullanılır.
-
• Polimeraz zincir reaksiyonu (PCR): Tanısal anlamı olan özgün DNA sekanslarının birçok kopyasının oluşturularak tespit edilmesi esasına dayanır
-
• “Real-time” veya “kantatif” PCR: Tanısal anlamı olan özgün bir DNA sekansının miktarının ölçümünü sağlar
-
• “Reverse-transcriptase” Polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR): Tanısal anlamı olan özgün bir RNA sekansının birçok kopyasının oluşturularak tespit edilmesi esasına dayanır
Evet. Günümüzde hedefe yönelik tedavi kapsamında özelliklede kanser tedavisi için mevcut bazı ilaçların hastaya verilebilmesi için bu hastalara ait biyopsi tetkiklerinde hangi ilaçtan fayda göreceklerini belirten bir takım ek tetkik sonuçlarının yer alması gerekmektedir. Bu ilaçlar için gereken ek tetkiklerin doku üzerinde yapılması gerektiği için buna yönelik çalışmalar genellikle ana patoloji raporunun içinde (meme kanserinde C-erb-B2 düzeyini olduğu gibi) veya patolog tarafından ayrı bir rapor şeklinde bildirilirler.
Kanuni olarak her patolog her biyopsiye bakabilir. Ancak hızla artan bilgi yoğunluğu göz önüne alındığında bir patoloğun tüm patolojinin detaylarına hakim olması zordur. Bu nedenle büyük hastanelerde patolojinin çeşitli dallarında yoğunlaşmış, bilgi ve deneyim birikimi daha fazla olan hekimler vardır. Bizim hastanemizde de gastropatoloji, jinekopatoloji, nefropatoloji, üropatoloji, hematopatoloji, sitopatoloji, kemik ve yumuşak doku patolojisi, meme patolojisi, endokrin patoloji, nöropatoloji, kulak burun boğaz patolojisi, dermatopatoloji, akciğer patolojisi, ve oral patoloji üzerine uzmanlaşmış patologlar bulunmaktadır ve bölümümüze gelen örnekler örneğin ait olduğu bölge ile iligili uzmanlaşmış patolog tarafından değerlendirilir.
Zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak, ya da zararlarını azaltmak için kullanılan madde ya da maddeleri içeren karışımların (pestisit) kullanımı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kontrol altındadır. Halen ülkemizde kullanımda olan pestisitler kanser yapıcı etkileri açısından kontrol altında olan bileşiklerdir. Tüketilen maddenin üzerindeki pestisit kalıntılarının bertarafı için uygun hijyenik önlemler yeterlidir. En önemli risk pestisiti uygulayan kişinin (ülkemizde çiftçi veya yetiştirici) kendisine ve çevresindeki kişilere olmaktadır.
PET-BT son derece güvenli bir yöntemdir. Bu tetkik sırasında kullanılan radyoaktif maddeler aile fertlerine herhangi bir radyasyon riski getirmez, çünkü hastaya verilen ilacın %90’ı tetkik sonunda kaybolacaktır. Tetkik tamamlandıktan sonra diğer insanlarla ortak alanları kullanmanızda, toplum içinde normal yaşam aktivitelerinizi 12 saatten sonra devam ettirmenizde hiçbir sakınca bulunmamaktadır. Bu test sırasında önemli olan husus, hamile veya şeker hastası iseniz bizi bilgilendirmeniz gerekliliğidir.
PET, kanser taraması amacıyla kullanılmayan bir görüntüleme yöntemidir. Kanser tanısı almış her hasta için de kullanılması doğru değildir. Bazı kanser türlerinde evreleme, tedavi planlaması ve tedaviye yanıt değerlendirmesi amacıyla kullanılması önerilmektedir.
Pozitron emisyon tomografisi (PET) ve Bilgisayarlı tomografi (BT) hastalıklı doku ve organları tesbit etmek amacıyla kullanılan standart görüntüleme yöntemleridir. PET vücuttaki biyolojik (işlevsel) bozukluklar hakkında bilgi verirken BT bu hastalıklı dokunun yerinin, boyutunun saptanmasında rol oynar. Ayrıca, çalışmanın BT kısmı PET görüntü kalitesinin iyileştirilmesinde rol oynar.
PET/BT tetkikinde kullanılan F-18 FDG yapısal olarak şeker molekülüne benzer bir maddedir. Ancak, size damar yoluyla verilen glukoz (şeker) çok düşük miktardadır, kan şekerini yükseltecek kadar fazla değildir ve vücuttan hemen atılır. Bu nedenle size olumsuz bir etkisi olmayacaktır. Ancak, şeker hastalarının tetkike hazırlığında farklılıklar vardır. Bu konuda ayrıntılı bilgi almak için lütfen hasta sekreterliği ile bağlantıya geçiniz.
Normal gebelik süresi 38-42 hafta arasındadır. Gebelik yaşı 37 haftadan küçük olan bebeklere “prematüre bebek” denir. Prematüre bebeklerin yaşam şansı gebelik yaşlarına göre değişir. Gebelik yaşı 22-23 hafta olan aşırı prematüre bebeklerde yaşama şansı çok düşükken, gebelik yaşı 34 hafta ve üzerinde olanlarda yaşama şansı oldukça yüksektir. Ancak bir yenidoğan bebeğin yaşama şansı yalnızca gebelik yaşına değil aynı zamanda bebeğin geçirdiği hastalıklara göre de değişir. Aşırı prematüre bebeklerde yaşam şansının düşük olmasının nedeni tüm organ sistemlerinin yapısal ve fonksiyonel olarak yeterince olgunlaşmamış olması ve buna bağlı gelişen önemli hastalıklardır.
Prematüre bebeklerde tüm organ sistemleri yapısal ve fonksiyonel olarak tam gelişmemiştir (immatürite) ve dış ortamda yaşamaya hazır değildirler. Prematüre bir bebeğin gebelik yaşı ne kadar küçük ise bu immatürite o kadar fazladır. Bu nedenle tüm sistemleri ilgilendiren önemli hastalıklar gelişebilir. En önemli hastalıkları beyin kanaması, beyinde beyaz cevher olarak adlandırılan bölgede zedelenme, respiratuar distres sendromu (akciğerlerin tam gelişmemiş olmasına bağlı), nekrotizan enterokolit (bağırsakların tam gelişmemiş olmasına bağlı), sepsis (kan enfeksiyonu), prematürelik retinopatisi (görme kaybı), bronkopulmoner displazi (prematürenin kronik akciğer hastalığı) ve nörogelişimsel gerilik olarak sayılabilir.
Kanuni olarak parafin blokların 10 yıl, preperatların 20 yıl, raporların süresiz saklanma zorunluluğu vardır. Hastanemizde blok ve preperatlar hiç bir şekilde atılmaz, rapor, blok ve preperatların tümü süresiz saklanır.
Tanısı zor vakaları birden fazla patoloğun değerlendirmesi bölümümüzde sık görülen bir durumdur. Patologlar sıkıntılı vakaları birbirleri ile paylaşırlar. Yanısıra patolog, onkolog ve cerrahların bir araya geldiği “tümör board”u olarak adlandırılan ve hastaların tüm detayları ile bir arada tartışıldığı toplantılar da gerçekleştirilir ve bu toplantılarda patolojik bulgular hasta ile ilgili tüm doktorlarla paylaşılır. Bu toplantılar ile hastanın tanı ve tedavisi ile ilgili bir karara varılır.
PRP tedavisi gittikçe yaygınlaşan ve geniş bir uygulama alanı bulan bir tedavi şeklidir. Kas-iskelet yaralanmaları sonrası iyileşmeyi hızlandırmak, spora dönüş süresini kısaltmak için yaralanmış bölgeye uygulanmaktadır. Başlıca uygulandığı alanlar, tendon yaralanmaları, bağ yaralanmaları ve eklem içi uygulamalardır.
Radyasyon enerjinin yayılması ve ilerlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Yüksek enerjili ışınları kullanarak hastalıkların tedavi edilmesine radyoterapi adı verilmektedir. Radyoterapi, “ışın” ya da “şua” tedavisi olarak da bilinmektedir. Radyasyon onkolojisinde kullanılan radyasyon, iyonizan radyasyondur. İyonizan radyasyon, atomdan elektron sökerek atomun iyonlaşmasına ve iyonizasyonu takip eden biyolojik olaylar zinciri ile hücrelerin hasar görmesine neden olan radyasyon türüdür. X-ışınları, gama ışınları ve yüklü parçacıklar tedavide kullanılan iyonize radyasyon tipleridir. İlk olarak bu enerji vücut içerisindeki hastalıkları tespit etmede kullanılmıştır. Sonraları belirli dozlarda kullanılan radyasyonun bazı hastalıkları tedavi edici özellikte olduğu saptanmıştır. Günümüzde radyasyon tanı amacıyla kullanıldığı gibi yaygın olarak kanser ve daha az sıklıkla diğer bazı hastalıkların tedavisinde de kullanılmaktadır.
Radyasyon tedavisi, hafta sonları hariç, haftanın 5 günü poliklinik koşullarında uygulanmaktadır. Toplam tedavi süresi tümörün tipine, tedavi şekline (küratif/palyatif), radyoterapi dozuna ve daha önce uygulanan tedavi yaklaşımlarına bağlı olarak 1 günden 7 haftaya kadar değişkenlik gösterir. Günlük tedavi süresi genellikle 15-30 dakikadır.
Radyasyon tedavisi eksternal ve brakiterapi olmak üzere iki şekilde uygulanabilir. Tedavi cihazları radyasyondan korunma amaçlı olarak özel odalarda yer alır ve kumanda odasından teknisyenlerce kontrol edilir. Radyoterapi teknisyeni, aynı simülatörde olduğu gibi hastanın tedavi masasına yatmasını sağlar ve tedavi alanını ayarlar. Sonrasında tedavi cihazını çalıştırmadan önce hastanın bulunduğu odadan ayrılır ve kumanda odasına geçer. Kumanda odası, hemen tedavi odasının yanındaki bir odadır ve bu odadan televizyon kameraları aracılığı ile tedavi odası izlenebilmektedir. Ayrıca hastanın herhangi bir ihtiyacı olduğunda konuşmaları “Intercom” adı verilen bir mikrofon sistemi yolu ile duyulabilmektedir. Gerekli olduğunda (hasta kendini rahatsız ya da hasta hissettiği zaman) tedavi durdurulabilir ve tedavi ekibi odaya girebilir. Tedavi sırasında hastanın hareket etmemesi çok önemlidir. Radyoterapi cihazı çalıştığında radyasyon görülmez, duyulmaz ve muhtemelen hiçbir şey hissedilmez.
Radyasyon tedavisi uygulanan hastaların vücutlarına, tedavi alanlarının belirlenmesi için özel kalemler ve işaret bantları ile işaretler konulur. Tedavi teknisyenleri, bu işaretleri düzenli olarak yenilerler. Bu işaretlerin tedavi süresince korunması çok önemlidir. Belirsizleşmeye başlayan ya da kaybolan işaretler evde çizilmemeli, tedavi teknisyeni ve doktora haber verilmelidir. Hastaların tedavi süresince yıkanmasında sakınca yoktur. Ancak işaretlerinin çıkmaması için aşırı sıcak su, kese ve lif kullanılmaması önerilmektedir.
Radyasyon tedavisi sırasında yeterli-dengeli beslenmek ve kilo kaybetmemek çok önemlidir. Normal hücrelerin kendini yenileyebilmesi için kalori ve proteinden zengin yiyecekler tercih edilmelidir (örn. et, balık, tavuk, peynir, yoğurt ve süt). Az ve sık aralıklarla yemek yemek hem daha fazla besin alınmasını hem de sindirim ile ilgili problemlerin azalmasını sağlayacaktır.
Tedavi edilen bölgedeki cilde deodorant, parfüm, kolonya, kozmetik türü maddeler ya da doktora danışmadan herhangi bir ilaç sürülmemelidir. Tedavi edilen bölge ılık su ile temizlenmelidir, ovalama, lifleme ve keselemeden kaçınılmalıdır. Tedavi edilen bölgedeki cilt ısıya duyarlı olabileceği için sıcak ya da soğuk uygulama yapılmamalıdır. Tedavi bölgesinin üzerine sıkı giysiler giymekten kaçınılmalı, bol ve pamuklu giysiler tercih edilmelidir. Tedavi bölgesinin tıraş edilmesi gerekiyorsa doktorunuza danışarak elektrikli traş makinesi kullanabilirsiniz. Kesinlikle jilet, ağda, traş öncesi losyon ya da tüy dökücü krem gibi ürünler kullanılmamalıdır. Tedavi edilen bölge güneşten korunmalı, dışarıya çıkmadan önce mümkünse tedavi edilen bölge kapatılmalıdır. Güneş ışınlarından korunmak için, tedavi edilen bölgeye göre, uzun kollu, pamuklu giysiler ile şapka giyebilir ve doktorunuza danışarak koruyucu faktörler içeren ürünler kullanabilirsiniz.
Radyasyon tedavisi sırasında, tedavi edilen bölgedeki cilde çok dikkat edilmesi gereklidir. Tedavi edilen bölgedeki cilt normalden daha hassas hale gelir ve çok kolay yaralanabilir. Ciltte kızarıklık, tahriş ve güneşte bronzlaşmış gibi cilt renginde koyulaşma görülebilir. Birkaç hafta sonra tedavi bölgesindeki cilt çok kuru hale gelebilir, kaşıntı ve rahatsızlık hissi oluşabilir.
Beyin ve kafatası bölgesine radyasyon uygulanan hastalarda saçlar dökülebilir. Saç dökülmesi, alınan radyasyon dozu ve uygulanan bölgenin genişliğine göre değişebilir. Örneğin beyin bölgesinin tamamına radyasyon uygulanan kişilerde tam saç kaybı görülürken, yalnızca bir kısmına radyasyon uygulanan kişilerde kısmi saç kaybı olması beklenir. Sıklıkla tedavi sonrası saçlar aylar içerisinde yeniden çıkar. Ancak saçın kalitesi, rengi ve şeklinde değişiklik olabilir. Saçlı derinin olduğu bölge dışında bir bölgeye radyasyon uygulanan kişilerde, radyasyon tedavisine bağlı bir saç dökülmesi olmayacaktır.
Radyasyon tedavisi tamamlandıktan sonra, tedavi sonucunun ve yan etkilerin değerlendirilebilmesi için belirli bir zaman sonra ve belirli aralıklarla kontrollere gelinmesi gereklidir. Kontrol muayeneleri doktorunuz tarafından başka şekilde önerilmediği sürece genellikle ilk yıl üç ayda bir, sonraki iki ile üç yıl altı ayda bir ve daha sonraları ise yılda birdir. Kontrollerde fizik muayenenin yanı sıra bazı kan tetkikleri ve görüntüleme tetkikleri istenebilir. Kontrollere zamanında gelinmesi sağlığınız için çok önemlidir.
Radyoterapi ve kemoterapinin eş zamanlı uygulanmasına kemoradyoterapi denir. Bazı kanser tiplerinde radyasyon tedavisinin kemoterapi ile birlikte kullanılması tedavinin etkinliğinin artmasına neden olur ve tümör daha iyi kontrol edilebilir. Kemoterapi, kanser hücrelerinin radyasyona duyarlılığını arttırarak radyasyonun daha etkili olmasını sağlar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin birlikte kullanılması yan etkilerin görülme olasılığını arttırabilir. Bu nedenle, eş zamanlı tedavi gören hastaların düzenli aralıklarla kontrolleri yapılmalıdır.
Radyasyon tedavisi küratif ya da palyatif amaçla uygulanabilir. Küratif tedavi ile kanserin tamamen ortadan kaldırılması ve hastaların tekrar eski sağlıklarına kavuşması hedeflenmektedir. Tedavinin mümkün olmadığı durumlarda ise palyatif tedavi ile kansere bağlı gelişen semptomların (ağrı, kanama, nefes darlığı vb.) düzeltilmesi ya da hafifletilmesi amaçlanmaktadır. Radyasyon tedavisinin amacı uygulandığı bölgedeki kanserli hücreleri öldürmek ya da bölünerek çoğalmalarını engellemektir. Kanserli hücreler vücudumuzdaki normal hücrelerden daha hızlı bölünen ve büyüyen hücreler olduklarından radyasyondan daha çabuk etkilenirler. Bu nedenle kanserli bir bölgeye radyasyon uygulandığında çok sayıda kanserli hücre yok edilirken daha az sayıda normal hücre radyasyondan etkilenir. Radyasyon tedavisi ameliyat öncesi (neoadjuvan ya da preoperatif radyoterapi) tümörün küçültülmesi ve yan etkilerin azaltılması amacı ile kullanılabildiği gibi, ameliyat sonrası (adjuvan ya da postoperatif radyoterapi) ameliyat edilen bölgede kalan kanser hücrelerinin yok edilmesi amacı ile de kullanılabilir.
Radyasyon tedavisi kanserli hücrelerin çevresindeki normal hücreleri de etkilediği için, tedavi uygulanan bölgeye göre bazı yan etkilere neden olabilir. Radyasyon tedavisinde akut ve kronik olmak üzere iki tip yan etki vardır. Akut ya da kısa dönem yan etkiler tedavi başladıktan sonra meydana gelebilir ve genellikle tedavi bitiminden birkaç hafta sonra tamamen iyileşir. Kronik ya da uzun dönem yan etkiler tedaviden aylar ya da yıllar sonra gelişebilir ve bazen kalıcı olabilir. En sık görülen akut yan etkiler halsizlik, yorgunluk, ve iştahsızlık olup bunlar tedavi bölgesine bağlı olmaksızın radyasyon tedavisi alan tüm bireylerde meydana gelebilir. Diğer yan etkiler kişiye, radyasyon uygulanan bölgeye ve radyasyon dozuna bağlı olarak değişir. Genel olarak cilt değişikliklerinin yanı sıra, baş ve boyun bölgesine tedavi uygulanan hastalarda saçlarda ya da kıllarda dökülme ve yutma güçlüğü; karın bölgesine tedavi uygulanan hastalarda bulantı, kusma ve ishal; pelvis bölgesi tedavi edilen hastalarda ise idrarda ya da makatta yanma ve kanama görülebilmektedir. Bu yan etkiler sıklıkla geçicidir ve büyük oranda çeşitli ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Radyoterapiye bağlı olarak geç dönemde nadiren ikincil kanserler gelişebilmektedir.
Radyoterapi bölümlerinde radyasyon onkologları, fizik mühendisleri, dozimetristler, teknisyenler, hemşireler ve sekreterler görev yapar.
Ülkenizde Sağlık Bakanlığı rahim içerisine bırakılan embriyoların sayısını denetlemekte ve bazı kurallar getirmektedir. 35 yaş altında 1. tüp bebek uygulamasında rahim içerisine en fazla 1 embriyo yerleştirilebilir. 2. uygulamada da 1 embriyo yerleştirilebilir. 2 kez tüp bebek başarısızlığı olur ise 2 embriyo yerleştirilebilir. 35 yaş üstünde ise en fazla 2 embriyo yerleştirilebilir. Maalesef hiçbir şekilde 2’den fazla embriyo yerleştirilememektedir. Bu durumun yanlış olduğu çok açıktır. Böyle bir uygulama dünyanın hiçbir ülkesinde olmayıp Amerika ve Avrupa ülkelerinde benzer uygulama yoktur. Fakat her tüp bebek merkezi şu an için bu kurala uymak zorundadır. Uymayan tüp bebek merkezleri kapatma ile karşı karşıya kalabilmektedir.
Retina dekolmanı, gözün arkasındaki sinir tabakasının bulunduğu yerden ayrılmasıdır. Travma veya gözün kendisine ait miyopi gibi nedenler risk faktörleri arasındadır. Genellikle şikayet; ışık çakması, uçuşmalar, ani görme azlığı, görme alanında kayıp şeklindedir. Tedavisinde ameliyat gerekli olduğu için erken tanı son derece önemlidir.
Retraktil testis halk arasında utangaç testis olarak bilinir. Retraktil testis inmemiş testis değildir ve çoğu kez ameliyat gerektirmez. Ancak bu testislerin bir kısmı izlem sırasında kasıkta kalarak gerçek inmemiş testis haline gelebilir veya retraktil testisin gelişimi etkilenebilir. Bu gibi durumlarda cerrahi tedavi açısından değerlendirilir.
Romatizmal hastalıklarda göz tutulumu oldukça sıktır. Göz tutulumu ilk belirti olabileceği gibi romatizmal hastalığın ortaya çıkışından sonra da gelişebilir. Gözü etkileyen başlıca romatizmal hastalıklar Behçet hastalığı, romatoid artrit, juvenil romatoid artrit, sjögren sendromu, sistemik lupus eritematozus ve Wegener granulomatozisidir. Romatizmal hastalıklarda en sık görülen göz problemleri kuru göz, üveit ve sklerittir. Göz bulgusu olan hastaların göz ve romatoloji doktorları tarafından birlikte tedavi edilmesi gerekmektedir. Romatizmal hastalığın tedavisi ile göz bulguları düzelebildiği gibi göze yönelik olarak ek ilaçların verilmesi de gerekebilmektedir.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocukların uzun süreler bilgisayar ya da TV başında kalabilmeleri sıklıkla ebeveynlerin, bu durumun çocukların konsantre olabildiklerinin kanıtı olduğunu düşünerek tanı ya da belirtilerle ilgili şüphe duymalarına neden olur. Oysa ki DEHB’deki temel sorun çocukların dikkatsiz olmalarından ziyade zihinsel çaba gerektiren durumlarda dikkatlerini sürdürmekle ilgili zorluk yaşamalarıdır. DEHB olan çocuklar dahi kolay ya da eğlenceli buldukları aktiviteler sırasında dikkatlerini toplayabilirler ancak sorun sıkıcı ya da zor görevler verildiğinde dikkati sürdürmek için gereken ek zihinsel çabayı gösterememektir.
-
1. Asansör değil merdiven kullanın
-
2. Mümkünse işe yürüyerek veya bisikletle gidin
-
3. Öğlen arasında egzersiz yapın
-
4. Hızlı yürüyüş için 10 dakikalık egzersiz molası alın
-
5. Beraber çalıştığınız arkadaşlarınıza e-mail ile mesaj atılacağına yürüyerek bilgi verin
-
6. Sosyal aktivite olarak dans gibi aktiviteler tercih edin
-
7. Aktif tatiller planlayın, sportif faaliyetlerde bulunun
-
8. Günlük egzersiz miktarını zamanla artırın
Hastalıksız bir yaşam sürmek için kontrol edebileceğimiz birçok faktör vardır. Genetik yapımızı ve yatkınlıklarımızı değiştiremeyiz ancak birçok hastalığa davetiye çıkaran riskli hareketlerden kaçınarak daha sağlıklı olabiliriz. Bunun içi dengeli ve doğal beslenmeli, bol su içmeli, düzenli egzersiz yapmalı, belirgin bir zararı yoksa güneş ışığından faydalanmalı, sigara, alkol ve keyif verici madde kullanımından uzak durulmalı, normal kilo korunmalıdır, günde 6-8 saat uyunmalıdır. Ayrıca yaşadığımız ve çalıştığımız ortamların temiz, havalandırılmış olması mesleki veya meslekle ilişkili hastalıkları önler.
Selenyum antioksidan savunma mekanizmasının bir parçası olarak vücudun ihtiyacı olan bir elementtir. Hayvan çalışmaları selenyumun kansere karşı koruduğunu ileri sürmektedir. Bir başka çalışmada; selenyum ilavesi ile akciğer, kolon ve prostat kanserinin önlenebileceği gösterilmiştir. Ek olarak alınan selenyumun günde 200 mikrogramı geçmemesi gerekmektedir. Deniz ürünleri, etler ve taneli sebzeler selenyum için iyi bir kaynaktır.
Sepsis ve şiddetli sepsisin yaygın belirtileri şunlardır:
1Ateş ya da düşük vücut ısısı
2-Titreme
3-Çok hızlı soluk alma
4-Çok hızlı kalp atışı
5 - Bilinç değişikliği
6- Nefes almada zorluk çekme
7-Soğuk nemli cilt veya kırmızı kızarmış deri
8-Normalden çok daha az idrar yapma
9 - Kalp, böbrek, beyin ile ilgili diğer sorunlar
Sepsis enfeksiyon gelişen hastalarda ölümlerin en önemli nedenidir.
Sepsis, bir enfeksiyon sonrası gelişen hayatı tehdit eden bir hastalıktır. Enfeksiyon vücutta inflamasyonu tetikler. Bu inflamasyon organ sistemlerini etkileyip hasara neden olabilir. Sepsisin hızla tedavi edilmesi gerekir. Tedavi edilmediği takdirde, şiddetli olabilir. Şiddetli sepsis "septik şok"a yol açabilir. Sepsisin ilerlemesi ile oluşan septik şokta, kalp ve damar sisteminin etkilenmesiyle kan basıncında ciddi düşme görülür. Diğer organların da etkilenmesiyle çoklu organ yetmezliği gelişebilir. Bu durum ölüme neden olabilir. Sepsisin antibiyotik ve damar içi sıvıyı içeren erken tedavisi sağkalım için önemlidir.
Klasik doku onarım yöntemleri ile onarılamayan kompleks doku eksiklikleri mikrocerrahi ile gerçekleştirilen serbest doku nakli ile tedavi edilebilir. Bu ameliyatlar kliniğimizde yapılmaktadır.
Serviks kanseri risk faktörleri:
-
• Human papilloma virüs (HPV) enfeksiyonu: serviks kanseri için en önemli risk faktörüdür.
-
• Cinsel yaşam öyküsü :ilk cinsel ilişkinin erken yaşta olması, birden fazla kişiyle cinsel ilişki
-
• Doğum öyküsü: çok sayıda doğum yapmak serviks kanseri riskini artırır.
-
• Oral kontraseptif (doğum kontrol hapı) 5 yıldan uzun kullanımı
-
• Sigara içmek
Serviks kanserinde en sık görülen belirtiler:
-
• Olağan olmayan akıntı (adet dönemi dışında)
-
• Normal adet dönemi dışında lekelenme veya hafif kanama
-
• Cinsel ilişki sırasında kanama veya ağrı
20. dakikada → Nabız, kan basıncı ve vücut ısısı normale döner
24. saatte → Kanda karbonmonoksit gazı hızla azalır
2 hafta - 3ay sonra →
- Efor kapasitesi artar
- öksürük varsa azalır, 3 ay içinde kaybolur
- Balgam varsa 2 haftada yarı yarıya azalır
- Soluk alıp vermek kolaylaşır
- Koku ve tad alma duyuları iyileşir
- Bağışıklık sistemi güçlenmeye başlar
- Diş ve parmaklardaki sarı lekeler kaybolur
1. yılda →
- Kalp krizi gecirme riski ilk günlerden itibaren azalmaya başlar, bir yılın sonunda risk %50 azalır
- Beyin kanaması ve bacaklardaki damar hastalığı (Buerger) riski %30-50 azalır
- KOAH (kronik obstruktif akciğer hastalığı) gibi solunum yetmezliğine yol açabilen akciğer hastalıklarının ortaya çıkması engellenir, varsa ilerlemesi durur
5. yılda →
- Ağız, gırtlak, yemek borusu, idrar torbası kanseri riski yarı yarıya azalır
10. yılda →
- Felç olma riskiniz 5-10 yıl içinde hiç sigara içmemiş olanlarla aynı düzeye iner
- Akciğer kanseri, ağız, gırtlak, yemek borusu, idrar torbası, böbrek, pankreas kanseri riski azalmaya devam eder
15. yılda →
- Kalp koroner damar hastalığı ve kalp krizi riski hiç içmeyenlerle aynı olur
Sigara içinde binlerce zararlı madde içeren ve öncelikle akciğerler olmak üzere tüm solunum yolu ve diğer organlar üzerinde önemli hastalıklara neden olan ve fiziksel bağımlılık yapan bir maddedir. Sigaranın bırakılması bu bağımlılık nedeniyle çoğu zaman zordur ve kişilerin desteğe ihtiyacı olmaktadır. Sigaranın zararlı etkilerine ilişkin farkındalık oluşturmak, sigaranın bırakılmasının desteklenmesi ve gerekirse ilaç kullanılması ve psikolojik motivasyon sağlanması bölümümüzde verilen hizmetler arasındadır.
Sigara, başta akciğer kanseri olmak üzere ağız, dil, dudak, yutak (farinks), gırtlak (larinks),yemek borusu (özefagus), mide, böbrek, pankreas, mesane, rahim ağzı (serviks) gibi pek çok kanserin riskini artırmaktadır. Bunların yanında kan kanserlerinde (lösemiler) artışa yol açtığı bilinmektedir.
• Sigarayı niçin bıraktığınızı ve bunun haklı sebeplerini tekrar tekrar düşünmek
• Sizi sıkıntıya sokan zorlayan durumlardan uzaklaşmak
• Yürüyüş ve egzersiz yapmak
• Bol sıvı tüketmek (su, bitki çayları)
• Sigaranın yerine atıştırmalık az kalorili yiyecekler (meyve vs.) tercih edilmeli
• Dikkati sigaradan uzaklaştıracak başka uğraşlar bulmak, gerekirse ortam değiştirmek
• Bol bol sebze ve meyve yemek
• Kuruyemişlerden uzak durmak
• Bol sıvı tüketmek ancak içecekler yağsız veya az yağlı, az kalorili olmalı ve kafeinli, alkollü içeceklerden uzak durulmalı
• Yağsız et (tercihen beyaz et), balık tüketilmeli
• Yağlı ve şekerli yiyecekler olabildiğince azaltılmalı
• Şekersiz veya tatlandırıcılı sakız çiğnemek dudak alışkanlığı ile baş etmek için yardımcı olacaktır.
Sigara içmek, sağlığı tehdit edici birçok etkisinin yanında nikotin bağımlılığı oluşturur. Sigara içerken alınan nikotinin sigara bırakıldığında alınımının durmasıyla nikotin yoksunluk belirtileri olarak adlandırılan bir takım sıkıntılar oluşabilir.
• Sinirlilik, gerginlik
• Baş ağrısı
• Baş dönmesi
• Dikkat toplamada güçlük
• Huzursuzluk
• Uykusuzluk veya fazla uyumak
• İştah artması
• Depresif ruh hali
• Ağız kuruluğu, ağız yaraları
• Kabızlık
Radyasyon tedavisine karar verildikten sonra ilk aşama tedavi bölgesinin belirlendiği ve işaretlendiği simülasyon işlemidir. Simülasyon işleminde tedavi alanlarının belirlenmesi için röntgen cihazı ya da sıklıkla bilgisayarlı tomografi cihazları kullanılır. Doğru bir planlama için hastanın tedavi pozisyonu ile aynı pozisyonda görüntüleri alınmalıdır. Bunun için hastanın simülatör masasına uzanması ve belirli bir süre hareketsiz kalması gereklidir. Bu amaçla, vücuttaki tümörün yerleşimine göre, tedavi süresince hastanın sabit kalmasını sağlayan ve hastanın yatış konforunu arttıran kişiye özel çeşitli düzeneklerden (termoplastik baş-boyun maskesi, akciğer tutacağı, diz altı desteği, vücut şeklini alabilen özel vakumlu yataklar vb.) yararlanılır. Simülasyon işlemi genellikle 15 dakika ile 1 saat arasında bir vakit alabilir.
Simülasyon işleminden sonra, hastaların çekilen bilgisayarlı tomografi görüntüleri tedavi planlama bilgisayarlarına aktarılır. Sonrasında, radyasyon onkologları tarafından tedavi edilecek hedef hacimler ve bu yapıların komşuluğundaki radyasyona maruz kalması istenmeyen normal dokular konturlanır. Bu işlemi, fizik mühendisleri tarafından yapılan tedavi planlama süreci takip eder. Son aşamada ise tedavi planları hekim tarafından değerlendirilir ve hedeflerin en iyi kapsandığı tedavi planları seçilirken normal dokular için belirlenen sınır değerler aşılmamaya çalışılır.
Tetkik için size verilecek ilaç nükleer tıp bölümünce hazırlanacaktır. Kullanılacak radyoaktif madde çok düşük farmakolojik dozlarda hazırlanmaktadır. Bu maddenin yan etkisi yoktur, allerjiye neden olmaz.
Sintigrafi hastalara radyoaktif bazı ilaçlar verilerek, bunun vücutta normal ve normal dışı dağılım ve tutulumlarının filmlerinin çekilmesi temeline dayalı bir görüntüleme yöntemidir. Sintigrafilerin en önemli avantajı organların ya da sistemlerin işleyişi hakkında ayrıntılı bilgi vermesidir.
Sinusitis usually develops after an upper respiratory tract infection known as ‘influenza’. It occurs due to a bacterial infection in the sinuses known as sinusitis, and is caused by a blockage of drainage passageways for the nasal mucous. Sinusitis may also be caused by bone deformities, allergic rhinitis, polyps caused by nasal mucous, adenoids and enlarged turbinates. The main treatment for sinusitis is the treatment of the illness that is causing the condition. Surgery may be necessary if treatment of the illness does not result in the desired outcome or when the sinus problem becomes chronic.