Bu grup ilaçlar ağızdan tablet şeklinde veya damar yoluyla kullanılan, sıklıkla kanser hücresine özel bir yüzey belirleyicisi, hücre içi sinyal ileti yolakları veya tümör vasküler yatakları üzerine etki ederek yapılarını bozabilen ilaçlardır. Yan etkileri konvansiyonel kemoterapilere göre daha düşük ve daha kolay tolere edilebilen ilaçlardır. Her ilacın kendine özgü yan etki profili bulunmaktadır.
Halk arasında kanserli dokudan biyopsi yapılması veya kanserli dokunun cerrahi olarak çıkarılmasının hastalığın yayılmasına neden olduğuna dair inanış doğru değildir. Deneyimli bir hekim tarafından uygun yöntemlerle ve uygun şekilde yapılacak biyopsi ve cerrahi eksizyon (tümörün çıkarılması) tanı konması ve uygun tedavinin planlanması açısından gereklidir.
Tedaviye rağmen bulantı ve kusması olan her hasta gerektiğinde ek ilaç verilmesi amacıyla bu konuda tedavi veren hekimi bilgilendirmelidir. Bulantı kemoterapi dışı nedenlerle de olabileceği için hekimin değerlendirmesi önemlidir.
Ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanserler akciğer, prostat, mesane, kolorektal (barsak) ve mide kanserleri, kadınlarda ise meme, tiroid, kolorektal, endometriyum (rahim) ve akciğer kanserleri en sık görülen kanserlerdir.
Meme kanseri için mamografi, kendi kendine ve klinik hekim muayenesi; rahim ağzı kanseri için PAP smear ve HPV DNA testi; cilt tümörleri için klinik muayene; barsak tümörleri için rektal muayene, gaitada gizli kan testi ve kolonoskopi veya sigmoidoskopi gibi görüntüleme yöntemleri; prostat kanseri için ise rektal muayene, serum PSA düzeyi ve rektal ultrason birçok kurum ve kuruluş tarafından önerilen tarama testleridir.
Meme, rahim ağzı, prostat, kolorektal (barsak) ve cilt tümörleri sağlıklı bireylerin taranması için önerilen kanser türleridir. Bazı kanserler için ise özel hasta gruplarının taranması yararlıdır. Örneğin kronik hepatit B tayşıyıcılarının karaciğer, Barett özefagusu tanısı olan hastaların mide kanseri için taranması yararlıdır. Akciğer kanseri için ise 55 yaş üzeri ve 30 paket/yıl sigara tüketenlerin taranması yararlı olabilir. Tarama testleri ile erken tanı konan hastalarda yaşam süresini uzatmak ve kür sağlamak mümkün olabilir.
Tüm kanserlerin bakteri veya virüsler gibi mikroorganizmalar sonucunda olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Hepatit B ve C virüslerinin karaciğer kanseri, Human Papilloma virüsünün rahim ağzı ve orofarenks tümörleri, EBV’nün lenfomalar ve HIV’nün anal kanser, lenfoma gibi bazı kanserlerin riskini arttırdığı kanıtlanmıştır. Benzer şekilde H.Pylori ile mide kanseri ve mide lenfoması arasında bir ilişki söz konusudur.
Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Temas, inhalasyon veya eşyaların ortak kullanımı sonucu kişiden kişiye bulaşması söz konusu değildir. Ancak bazı kanserlerin etkenleri arasında yer alan HBV, HIV ve HPV gibi viral ajanların bulaşı söz konusu olabileceğinden kan ve ürünlerinin alınması ve cinsel temas sırasında korunmak önemlidir.
Tüm kanserlerin %85-90’nı çevresel faktörler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu çevresel faktörlerin bilinmsei kanserden korunmada önemli rol oynayabilir. Tütün ve ürünleri tüm kanserlerin %30-35’inden, beslenme alışkanlıkları %25-30 kadarından ve obezite ve sedanter yaşam (düşük fiziksel aktivite) kanserlerin %20’sinden sorumludur. Tütün ve ürünlerinin kullanımından kaçınılması, günde 5 porsiyon taze-sebze ve meyve tüketilmesi, alkol alımının azaltılması, fiziksel aktivite ve ideal vücut ağırlığının korunması ve hangi şartlarda ve nasıl hazırlandığı bilinmeyen, özellikle hazır gıdaların tüketiminden sakınılması sayesinde kanserden büyük oranda korunmak mümkün olabilir.
Tüm kanserlerin yaklaşık %10-15’i kalıtsaldır. Özellikle ailede 2 veya daha fazla kanser öyküsü olanlar, birinci derecede akrabası genç yaşta kanser hastası olanlar, aynı anda veya yaşam boyu ikinci bir kansere yakalanan hastalarda kalıtsal kanser sıklığı oldukça yüksektir.
Kanser hem çevresel hem de kalıtsal nedenlerle ortaya çıkabilir. Kanserin %85-90’nı çevresel etkenlerdir. Tütün ve ürünleri, yanlış beslenme alışkanlıkları, obezite, radyasyon, nitrozamin gibi bileşikler, alkol ve bazı kimyasal çözücüler çevresel etkenlerin en önemli nedenleridir. Kalıtsal kanserler tüm kanserlerin %10-15’ini oluşturmaktadır. Bu kanserler genelde erken yaşta ve aile öyküsü olan bireylerde daha sık görülmektedir.
Kanser tedavisi cerrahi tedavi, radyoterapi, kemoterapi, radyopeptit tedaviler, radyofrekans ablasyon gibi birçok tedavi yönteminin bir veya birkaçının kullanılması ile tedavi edilebilirler. Her kanser türü için farklı tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.
Bitkisel tedavi adı altında satılan ürünlerin veya karışımların denetlenmesi konusunda bir standart bulunmamaktadır. Bu ürünlerin içerikleri konusunda ciddi endişeler bulunmaktadır. Üstelik piyasada bu amaçla bulunan ürünlerin büyük bir çoğunluğu tedavi edici veya koruyucu özelliği kesin olarak kanıtlanmış ürünler değildir. Bu güne kadar bu tür ürünlerin klasik tedavi yöntemlerinden daha yararlı olduğunu gösteren bir veri bulunmamaktadır. Üstelik bu ürünler, kanser tedavisinde kullanılan ilaçların metabolizmasını etkileyerek ya bu ilaçların etkilerini azaltmakta, ya da yan etkilerini artırmaktadır. Zaman zaman ciddi hayatı tehdit eden kanamalar, karaciğer ve böbrek yetmezliği ve ölüme kadar varan olumsuzluklara neden olabildikleri bilinmektedir.
Birçok kanser türü erken tanı konduğunda tedavi edilebilir bir hastalıktır. Örneğin meme ve kolon kanseri gibi sık görülen bazı kanserlerin erken tanı ve tedavi ile yüksek oranda kür elde edildiği bilinmektedir. Ancak bazı kanser türleri sıklıkla ileri evrede tanı aldığından tedaviye alınan yanıt henüz arzu edilen düzeyde değildir.
Kanser, bulunduğu organ, doku, lokalizasyon veya salgıladığı bazı maddelere bağlı olarak belirti vermektedir. İstenmeyen kilo kaybı, makattan veya ağızdan kan gelmesi, barsak alışkanlıklarında değişiklik (uzun süren kabızlık veya gaita kalibresinde incelme), yeni ortaya çıkan ve açıklanmayan uzun süreli nefes darlığı, ele gelen kitle, iyileşmeyen cilt yarası, çabuk doyma, açıklanmayan karın şişliği, açıklanamayan çamaşır değiştirecek kadar gece terlemesi, sarılık ve ateş kanser sebebi olabilir. Bu bulgular varlığında bir hekime başvurmanız gerekmektedir.
Kanser hastalarının çevresiyle ilişkisini sınırlamasına gerek yoktur. Enfeksiyonu olduğu bilinen veya enfeksiyon şüphesi olan kişilerle yakın temasta bulunmamaları yeterli olabilir. Kas ve kemik sağlığı için mümkün ise ev dışında, değil ise ev içerisinde yürüyüş yapması önerilmektedir. Şehirlerarası seyahatler için hasta mutlaka doktoruna danışmalıdır.
Kanser kemoterapi aldıkları sürece hastalarının yaşadıkları ortamda canlı bitki ve hayvan beslenmesi özellikle kan değerlerinin kritik seviyenin altına düşmesi durumunda sakıncalı olabilir.
Şeker ve şekerli besinlerin tüketilmesinin kanser hastalarında zararlı olduğuna dair kanıtlanmış bilimsel bir veri bulunmamaktadır. Yapılan klinik çalışmalarda şeker hastası olmasına karşın kanseri olan hastalarda kan şekeri kontrol altında olması halinde bir sorunla karşılaşmadıkları gösterilmiştir. Şeker hastalarının bu durumda kan şekerlerini daha sıkı kontrol etmeleri ve bu hastalığı takip eden doktorla iletişime geçmeleri yararlı olabilir. Şeker tüketmeyen hastaların yorgunluk, bitkinlik ve bilişsel fonksiyonlarında azalma olması nedeniyle kanser tedavisinde sorunlar yaşanabilir. Her besin öğesinin önerildiği şekilde ve gerektiği kadar tüketilmesi yeterlidir.
Kanserli hastalarda ağrı, hasta ve yakınlarının en önemli endişelerinden biridir. Ağrı, şiddetine ve karakteristik özelliklerine göre sınıflandıktan sonra tedavi edilmelidir. Ağrının şiddetine göre mümkün olduğunca en uygun dozda opioid türevi olmayan ilaçlarla ağrı tedavisine başlamak gerekir. Bu nedenle ağrı başlangıçta ve tedavi süresince görsel ağrı skoru gibi ölçüm metodları kullanılarak değerlendirilmelidir. Şiddetli ağrılarda opioid türevi ilaçlar ve gerektiğinde cerrahi veya diğer lokal tedavi yöntemleri (kord kesisi, ganglion veya sinir blokajı) ve morfin infüzyon pompaları kullanılmalıdır. Ağrı tedavisin doktorunuz tarafından yönlendirilmesi sizin için en iyi seçenek olacaktır.
Kanserli hastaların maske takmaları durumunda enfeksiyondan korunduklarını açıkça ortaya koyan bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak hastaların özellikle kmeoterapi etkisiyle kan değerlerinin düşmeye başladığı dönemde ev dışına çıkması durumunda maske takması yararlı olabilir.
Her kemoterapinin yan etkisi farklılık göstermektedir. En sık rastlanan yan etkiler;
Genel: Halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, güçsüzlük, kilo kaybı, hıçkırık
Cilt: Döküntüler, ağız ve mukozalarda aftöz lezyonlar veya stomatit adı verilen mukozal yaralanmalar
Gastrointestinal sistem: İshal, kabızlık, karın ağrısı, hazımsızlık, karın şişliği, karaciğer enzimlerinde yükselme, kolestaz, sarılık ve karaciğer yağlanması
Üriner sistem: idrar yolu enfeksiyonu, böbrek foksiyonlarında bozulma, idrar yaparken yanma
Solunum sistemi: akciğer enfeksiyonu, akciğer zarlarında sıvı birikmesi, akciğerde fibrozis sonucu uzun dönemde nefes darlığı,
Hematolojik: kansızlık, trombosit ve beyaz küre sayısında azalma, damar içerisinde kan hücresi yıkımı,
Kalp ve damarlar: ritm bozuklukları, kalp yetmezliği, koroner arterlerde daralma, tromboflebit adı verilen damar enfeksiyonları, damar içinde kan pıhtısı oluşumu (tromboz)
Nörolojik: el ve ayaklarda karıncalanma ve his kaybı, motor fonksiyonlarda azalma
Diğer; kan şekeri yüksekliği, kan lipid düzeylerinde yükselme, elektrolit bozuklukları
Ancak bu tür yan etkilerin ilaçlara göre farklılık gösterdiği, her ilaç kullanan hastada yan etkilerin mutlaka görülmeyeceği ve her sağlık durumundaki farklılığın ilaca bağlı olmayabileceği UNUTULMAMALIDIR.
PET, kanser taraması amacıyla kullanılmayan bir görüntüleme yöntemidir. Kanser tanısı almış her hasta için de kullanılması doğru değildir. Bazı kanser türlerinde evreleme, tedavi planlaması ve tedaviye yanıt değerlendirmesi amacıyla kullanılması önerilmektedir.