Hipofiz bezinde yapılan büyüme hormonu çocukluk çağlarında tiroid hormon, insulin gibi diğer hormonlarla birlikte kemik büyümesini düzenler. Bu yaşlarda büyüme hormonu salgısı artarsa dev adam denilen jigantizm hastalığı ortaya çıkar. Bunlar çok uzun boylu olurlar. Büyüme hormonu fazlalığı yetişkin yaşlarda yani kemik uzunlamasına büyümesi durduktan sonra ortaya çıkarsa akromegali dediğimiz daha çok el ve ayak kemikleri, yüz kemiklerinin genişlemesi ve onunla birlikte yumuşak dokunun artması ile ortaya çıkan akromegali hastalığına neden olurlar. Akromegalik hastaların başlangıç şikayetleri genellikle terleme, cildin ve saçların yağlanmasıdır. Daha sonra el ve ayak büyümeleri, yüz görünümünde değişiklikler ortaya çıkar. Büyüme hormonu sadece kemiklerin değil bir çok organın büyümesine neden olabileceğinden farklı şikayetlerle hasta gelebilir. Bu hastalarda kalp yetmezliği, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, çeşitli kanser türleri, uyku apnesi, guatr, prostat büyümesi gibi hastalıkların sıklığı artar. Tedavi edilmezse yaşamı kısaltan bir hastalıktır.
Böbrek üstü bezinin az çalıştığı durumlar adrenal yetmezlik olarak adlandırılır. Adrenal yetmezliğin bir çok nedeni olmakla beraber en sık karşılaşılan nedenler vücudun kendi dokularını yabancı tanıyıp ona reaksiyon göstermesi (otoimmün hastalık), tuberküloz, cerrahi olarak adrenal bezlerin çıkarılması gibi nedenlerdir. Böbrek üstü bezi az çalışan hastaların en önemli şikayetleri halsizlik,yorgunluk, bulantı, karın ağrısı, fenalık hissi, renkte koyulaşmadır. Tuz kaybettikleri için tuz açlığı hissederler. Tansiyonları çok düşebilir. Buna bağlı baygınlık nöbetleri olabilir. Fark edilmezse ölümcül olabilir. Tedavisinde eksik hormonu yerine koymak gerekir. Kortizon bir stres hormonudur ve stres durumlarında daha çok artar. Bu hastalarda da hafif veya ağır stres durumlarında ilaç dozunu düzenlemek gerekir.
Hastalar özellikle yaz aylarında sıvı ve tuzu terleme ile kaybederlerse bu şikayetleri tekrarlar. İlaç dozunu artırmak gerekir.
Obezite cerrahisi aşırı obez hastalarda uygulanabilecek tedavi yöntemlerinden birisidir. Her durumda obezitenin ilk tedavisi sağlıklı beslenme, besin miktarını azaltma, günlük aktiviteleri artırma, eksersizdir. Bazı alternatif tedavi yöntemleri bir çok obes hasta tarafından kullanılmasına rağmen uzun süreçte başarılı sonuç yoktur. Bunun tipik örneği akupunktur tedavisidir. Hastaların büyük kısmı tedavi sürecinde esas olarak çok sıkı beslenmelerini azalttıkları için kilo verirken tedavi bitmesi, hastanın sağlıklı beslenme alışkanlığını devam ettirememesi sonucu gene kilo almalar başlamaktadır.
Cerrahi tedavi özellikle obeziteye bağlı bozuklukların (kalp hastalığı, kontrolsuz hipertansiyon, kontrolsuz şeker hatalığı) çıktığı hastalarda uygulanabilir bir yöntemdir. Obezite cerrahisi hastanın mide hacmını küçültmektedir. Bu tedavi ile de %100 başarı sağlamak mümkün değildir. Hastaların cerrahi sonrası çok daha düzenli beslenmeleri gerekir. Cerrahinin neden olabileceği bozukluklar kendilerine iyi anlatılmalıdır. Cerrahi öncesi mutlaka detaylı bir psikiatrik ve endokrin değerlendirme yapılmalıdır. Hastaların cerrahi sonrasında endokrin ve psikiatri takiplerine devam etmeleri cerrahi başarıyı artıracaktır.
Vitamin D eksikliği vücutta bir çok bozukluklara neden olabilir. Son yıllarda bu eksikliğe bağlı olarak koroner arter hastalığı, hipertansiyon, bazı kanser türleri, şeker hastalığı ortaya çıkma riskinin arttığı gösterilmiştir. Vitamin D’ nin iyi bilinen etkisi kas-kemik üzerindedir. Vitamin D kalsiyumun ince barsaktan emilimini artırarak kemik dokuda iyi bir sertleşme olmasını, kas kasılmasını düzenleyerek gene kemik gücünün artmasını sağlar. Vitamin D eksikliğinde çocuklarda raşitizm denen kemiklerde şekil bozukluğu, geç diş çıkması, kas güçsüzlüğü ile giden bir hastalık ortaya çıkar. Yetişkinlerde ise osteomalazi denilen hastalıklı, çok iyi sertleşememiş kemik dokunun ortaya çıkmasına neden olur. Bu yumuşak kemikler baskı altında hızla şekil değişikliğine uğrarlar. Ayrıca kandaki kalsiyumun düşmesine bağlı olarak kas doku yanı sıra bir çok organın işlevinde bozukluk ortaya çıkabilir.
Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diabetes mellitus hastalığı kandaki glukozun (şekerin) kullanılamaması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Vücumuz günlük işlevini yürütürken (uykuda yada uyanıklık süresince) kullanacak bir yakıta ihtiyacı vardır. Bu yakıt sıklıkla glukoz dediğimiz şekerdir. Glukozun kullanılabilmesi için pankreastan salgılanan insulin hormonuna gereksinim vardır. İnsulin yetersiz olduğu veya etkili olamadığı durumlarda diabetes mellitus hastalığı ortaya çıkar. Yani vücut var olan şekeri kullanamaz.
Hastalığın en önemli belirtileri çok su içme, sık idrara çıkmadır. Sıklıkla yetişkin yaşta ortaya çıkan ve tip 2 dediğimiz diyabet şeklinde hastalar genellikle fazla kiloludurlar, hastalık öncesi kilo artışı olabilir. Buna karşılık insulin eksikliği ile giden ve daha çok gençlerde ortaya çıkan şeker hastalığında ise belirgin kilo kaybı olur. Diyabetik hastalarda vücudun herhangibir yerinde kadınlarda özellikle idrar yollarında ve genital bölgede sık enfeksiyonlar ortaya çıkabilir.
Diyabet tedavisinde ilk hedeflerden birisi hastanın normal kilosuna erişmesidir. Bu nedenle kilo fazlası olanların kilo vermesi , zayıf olanların ise kilo alması sağlanmalıdır. Hastalara yemek alışkanlığına göre ve vücudunun ihtiyacı olan kadar kalorili beslenme önerileri yapılır. İnsanlar glukozu en iyi eksersiz sırasında kullanırlar. Sağlıklı bir kişinin günlük iş aktiviteleri dışında hafta da ortalama 150 dakika eksersiz yapması ( haftada 5 gün 30 dakika) önerilir. Bu diyabetik hastalar içinde geçerlidir. Eksersiz süresi, hastanın durumuna göre doktoru tarafından azaltılabilir veya artırılabilir.
Bazı tip 2 diyabetik hastalar sağlıklı beslenme önerileri ve eksersizle kan şekeri seviyesini bir süre normal götürebilir. Kan şekeri kontrolsuz olduğu süreçte mutlaka ilaç tedavisi başlanmalı ve düzenli bir şekilde kullanılmalıdır. Şekere hastalığı maalesef tam iyileşmeyen bir hastalıktır. Hastanın yıllar içinde ilaç ihtiyacı farklılık gösterip azalıp artabilir. Bu nedenlede hastaların düzenli kontrolu gerekir.
Tip 1 diyabetik hastaların tedavisi tanı konduğu andan itibaren sağlıklı beslenme önerileri ve eksersizle birlikte insulindir. İnsulin ihtiyacı kişinin yaşam şekli, beslenme durumu gibi bir çok şeyden etkilenebilir. Bu nedenle bu hastaların çok sıkı takibi gereklidir.
Şeker hastalarında özellikle insulin kullanan hastanın insulini yapmaması, ya da karbohidrat dediğimiz şeker içeren gıdaları çok fazla tüketmesi, araya giren enfeksiyonlar sonucu kan şekeri çok hızla yükselebilir. Bunun sonucunda hastalar komaya girebilir. Bu durumdaki hastaların mutlaka acil koşullarda tedavi edilmesi gerekir.
Hastanın ilaçlarını fazla alması, beslenmesinin az olması, ağır eksersiz gibi durumlarda da tam tersine kan şekeri düşerek komaya doğru bir gidiş görülebilir. Hastalar şeker düşüklüğünün belirtilerini çok iyi bilmeli ve bu durumda hemen müdahale edilmelidir.
Şeker hastalığı bu acil olaylar dışında böbrek, göz, kalp, deri, tüm damar sisteminde, sinirlerde bozukluk yapabilir. Bu bozukluklar tip 2 diyabetik hastalarda erken devrede görülebilir. Çünkü tip 2 diyabet hastalığının başlangıcını tahmin etmek mümkün değildir. Bozukluklar için tarama muayeneleri tanı ile başlamalıdır.
Buna karşılık tip 1 diyabetik hastalarda tanıdan sonraki 3 yılda bu bozukluklar beklenmez. Genellikle taramalar 5 . yıldan itibaren her yıl düzenli yapılır.
Doğurganlık yaşındaki diyabetik hastaların gebelik planladıkları zaman mutlaka doktorlarına müracaat ederek kan şekerlerini çok iyi düzenlemeleri gerekir. Şeker hastalarının takibinde 3 aylık şeker sonuçlarının iyi bir göstergesi olan hemoglobin A1c değerinin %6.5 altında olması idealdir. Gebelik süresincede kan şekerlerinin çok düzenli seyretmesi bebek ve anne sağlığı bakımından önemlidir. Gebe şeker hastasının gebelik başlangıcından itibaren insulin kullanması gereklidir. Ağızdan alınan şeker ilaçlarının bebek üzerinde kalıcı bozukluk yapma olasılığı vardır. Gebeliğin ilk başlangıç 8 haftası organların oluştuğu safhadır ve bu süreçte tüm anne adaylarının bebek sağlığı yönünden dikkatli olmaları gerekir. Annenin şekerinin yüksek veya çok düşük seviyelerde gitmesi bu devrede bebekte kalıcı organ bozukluklarına neden olabilir. Diyabetik annelerde düşük, ölü doğum riski daha fazladır. Kan şekeri düzenisiz seyreden gebelerin bebekleri iri doğabilir. Buda hem doğum zorluğu hem de bebekte bazı bozukluklara neden olabilir.
Endokrin sistem iç salgı bezlerinin oluşturduğu bir sistemdir. İç salgı bezleri hormon dediğimiz maddeleri yaparak kana verirler. Hormonlar vücudumuzun her yeri ile iletişim kurulmasını sağlayan kimyasal yapılardır. Kan içinde yolculuk yaparak farklı işlevleri yürütürler.
Hormonlar vücudumuzdaki bir çok organın fonksiyonunun düzenlenmesinde rol oynarlar. Hormonların farklı tipleri, üreme, metabolizma, büyüme ve gelişmeyi kontrol ederler. Hormonlar ayrıca çevremize verdiğimiz tepkiyi de kontrol eder ve vücudumuzun fonksiyonları için gerekli uygun miktarda enerji ve besini sağlamaya yardımcı olurlar. Endokrin sistemi oluşturan salgı bezleri, beyinde hipotalamus, hipofiz dediğimiz kısımlar, tiroid, paratiroid, pankreas, yumurtalıklar (kadında overler, erkekte testisler), böbreküstü bezi , yağ dokusu, endotel (damar iç duvarını döşeyen hücreler), kalp, böbrek, ince barsaklar diye gidebilir.
Bu durum tıpta galaktore olarak adlandırılır. Süt salgısını uyaran prolaktin hormonu beyinde hipofiz denilen iç salgı bezinde yapılır. Gebelerde, emziren kadınlarda seviye yüksektir. Emzirme süresi bittikten sonrada bir süre yüksek kalabilir. Prolaktin yapımı kullanılan bir çok ilaç tarafından uyarılabilir. Bazı antidepresif, Bu tabloda ilk akla gelen beyinde hipofiz bezi denilen iç salgı bezinin salgıladığı prolaktin denilen hormonda bir bozukluk olmasıdır.
Nefes borumuzun hemen ön kısmında yerleşen iç salgı bezimiz, tiroid bezi herhangibir nedenle büyürse buna guatr denir. Guatrın en sık nedeni iyot eksiklğidir. Özellikle çocukluk çağından itibaren iyot eksikliği maruziyeti guatr ile sonuçlanır. Ağır vakalarda tiroid bezi normal hormon sekresyonunu kendisini büyüterek sağlayamayacağı için hipotiroid dediğimiz işlevsel bozukluğa da gidebilir. Bunun dışında uzun süre kullanılan bazı ilaçlar (depresyon tedavisinde kullanılan lituril gibi) vücudun kendi dokularını yabancı tanıması sonucu ortaya çıkan tiroid bezi bozuklukları, tiroidin iyi veya kötü huylu tümörleri, bazı yiyeceklerin çok fazla tüketilmesi de guatr nedeni olabilir. Tiroid bezi her tarafı eşit büyüyerek yaygın bir guatr yapabileceği gibi yumrular halinde bölgesel büyümelerle nodüler guatr dediğimiz tabloyuda ortaya çıkartabilir.
Kan şekeri düşerken çarpıntı, terleme, açlık hissi, uykuya eğilim, bulanık görme, sinirililik, açlık hissi gibi şikayetler olabilir. Hipoglisemi hemen müdahale edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Beyin yakıt olarak şeker kullandığından şeker düştüğü zaman beyin beselenmesi bozulur ve uzun süreli düşük şeker kalıcı sinir bozukluklarına neden olabilir.
Şeker düştüğü zaman hastanın bilinci yerinde ise hemen şekerli bir gıda yemelidir. ( 4 adet kesme şekeri, 2 kaşık toz şeker, yarım bardak meyve suyu gibi. Süt, yoğurt, ekmek gibi gıdalar kan şekerini hızla yükseltmediğinden, hipoglisemide kullanılmaz) Hastanın şeker yedikten sonrada kan şekerini takip etmesi gerekir. Bilinci yerinde olmayan hastalarise hemen en yakın sağlık kuruluşuna götürülmeli ve acil müdahale edilmelidir. Kan şekerini yükselten glukagon (insulinin tersi etki eden bir diğer hormon) ilaç şeklinde bulunmaktadır. Hasta yakınları bu ilacın kullanılımını biliyorlarsa hemen uygulamalıdırlar.
Hipotiroidi kanda tiroid hormonun azalması ile giden bir durumdur. Tiroid hormon beyin ve vücut gelişimi için çok önemli olduğundan hipotiroidi özellikle yeni doğan devresinde zeka geriliğine neden olabilir. Bu erken fark edilirse önlenebilir bir durumdur. Yetişkinlerde ise dikkat dağınıklığı, uykuya eğilim, kilo alma, vücutta şişlik, gibi nedenlerle kişinin sosyal yaşantısını bozar ve toplumdan uzaklaşmasına neden olur , depresyona eğilimi artırır.
Kadınlarda erkek tipi kıllanma hormonal bozukluğun bir göstergesidir. Kıl ve tüy ayırımı iyi yapılmalıdır. Genellikle esmer renkli kişilerin tüyleri sık ve koyu renkli olduğunda bu kıllanma olarak düşünülür. Erkek tipi kıllanma için kadınların favori bölgesi, çene altı (sakal bölgesi), üst dudak üzeri, el üst yüzü, özelliklede parmakların üzerleri, göğüs bölgesi, uyluk iç yüzü, ayak sırtı ve gene parmaklar üzerinde saç kılı gibi sert, koyu renkli kılların olmasıdır.
Kıllanması olan kadınların önemli bir kısmında regli bozukluklarıda çıkabilir. Kıllanmanın ana nedenleri, yumurtalık, böbrek üstü bezi hastalıkları, bazı ilaçlar ve bazende cildin erkeklik hormonuna aşırı hassas olması olabilir.
Regl bozukluğu varsa kadınların yumurtlama fonksiyonları değerlendirilmelidir. Bu kadınlar daha zor gebe kalırlar.
Kortizon hormonu böbrek üstü bezi tarafından yapılan bir hormondur. Aynı zamanda bir çok hastalığın tedavisinde de (romatizmal hastalıklar, inflamatuar barsak hastalıkları, lenfoma cinsi kanserler gibi) ilaç olarak sık kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu hormonun fazlalığına bağlı bozukluklar daha çok diğer hastalıkların tedavisi sonucu ortaya çıkmaktadır. Fazla kortizon yapımı ise ya böbrek üstü bezindeki bir tümörden, ya hipofiz bezinde veya bazı kanserlerde fazla yapılan kortizon yapımını uyaran bir diğer hormonun aşırı yapımından kaynaklanmaktadır. Bu hastalık Cushing sendromu olarak tanımlanmıştır.
Kortizon fazlalığında hastaların en sık şikayetleri fazla kilo alma (özellikle göbek bölgesinde), halsizlik, ciltte mor renkli çatlaklar, yüzde genişleme ve hafif kızarıklık (ay dede görünümü), kas ağrıları, yürümede, merdiven çıkmakda zorluk, kan basıncı yüksekliği, kan şekeri yüksekliği, karın ağrısı, baş ağrısı gibi şikayetlerdir.
Tiroid bezinde bezden bağımsız ele gelen bir yumru varsa buna tiroid nödülü denir. Nodül sayısı birden fazla ise buna çoklu tiroid nodülleri – multinodüler guatr denilmektedir.
Nodüller üç konuda önemlidir.
A) Çok çalışan nodüller hipertiroidizme neden olabiliriler. Bu tiroid hormon fazlalığının mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
B) Nodüller yapı olarak kanser olabilir.
C) Çok büyük nodüller nefes borusuna baskı yapıp nefes darlığına neden olabilirler.
Son iki durumda yani nodül baskı yapıyorsa veya yapı olarak kanser şüphesi varsa tedavi cerrahidir. Fazla çalışan nodüllerde önce hormon yüksekliğini düzeltmek sonra cerrahi veya radyoaktif iyot ile tedavi etmek daha uygundur.
Nodüllerde kanser şüphesi önemlidir. Ama her nodül kanser değildir. Tüm nodüllerin %90’ dan fazlası iyi huyludur önemli olan kanser riski olan nodülü saptamaktır. Bu nedenle hastalarda mutlaka ultrasonografik değerlendirme ve gerekirse biyopsi yapılmalıdır.
Tiroid hormon fazlalığı olan yani hipertiroidisi olan hastalarda ise tiroid nodülün fonksiyonunu değerlendirmek amacıyla sintigrafi denilen nodülün radyoaktif maddeyi ne kadar tutabildiğini gösteren bir yönteme başvurulur. Nodül eğer sintigrafide sıcak görünüyorsa yani radyoaktif maddeyi fazla tutuyorsa bu nodül toksiktir denir. Sıcak nodüllerde kanser riski çok düşük olduğundan bir çok merkezde bunlar biyopsi gereksinimi olmadan direkt endokrinologlar tarafından tedavi edilir.
Vücutta fazla miktarda yağ dokusu artışı ile ortaya çıkan şişmanlık ya da obezite; geçmişte sağlık ve zenginlik göstergesi olarak gösterilmiştir. Günümüzde ise ciddi bozukluklara neden olabilen bir hastalık tablosudur. Obezite çok sık karşılaşılan bir durumdur. Dünya Sağlık Örgütü, obezitenin tüm Dünyada yaygın olduğunu ve yıllar içinde hızla artarak alarm sinyalleri verdiğini bildirmektedir. Ülkemizde de obezite sıklığı oldukça fazladır. Obezite tanısı basit bir ağırlık ve boy ölçümü ile konabilir. Bu iki veriden çıkarak bir indeks tanımlanmıştır. Vücut kitle indeksi (VKİ). Bu ağırlığın boyun metrekare cinsinden miktarına bölünerek elde edilir. Örneğin 160 cm boyunda 80 kilogram ağırlığında bir kişinin vücut kitle indeksi yaklaşık 31 kg/m2’dir. Vücut kitle indeksi 25-30 kg/m2 olan kişiler fazla kilolu, 30 kg/m2 üstünde olanlar ise obes olarak değerlendirilir. Obezite de kendi içinde vücut kitle indeksine göre derecelendirilir. Bu ölçü her zaman doğru obezite tanısı koydurmaz. Düzenli spor yapan kişilerin kas kitlesi arttığından ağırlıkları fazla olabilir ve vücut kitle indeksi yüksek çıkar. Bu nedenle gerçek obezite tanısı için vücut yağ miktarını ölçen metodlar en doğru sonucu verecektir.
Yağ dokusunun yerleştiği bölgeler kalb gibi organlara zararı yönünden değerlendirilmelidir. Organ yağlanmaları ile giden daha tehlikeli olan obezite tipinde yağ dokusu daha çok göbek bölgesinde toplanır.
Obezitenin en sık görülen nedeni yeme davranışımızdaki bozukluklardır. Aşırı yemek yeme, hareketsiz yaşam şekli en sık obezite nedenleridir. Bunlar dışında bazı hormon bozuklukları, beyinde iştah merkezindeki bozukluklar, genetik , kalıtımsal nedenlerle obezite ortaya çıkabilir.
Obezite sorunu ortaya çıkmadan önlenirse başarı şansı daha çok yükselir. Bu nedenle toplumun sağlıklı beslenme, düzenli eksersiz alışkanlığı kazanması için gayret sarfedilmelidir. Günümüzde giderek artan sağlıksız, çok yüksek kalorili hazır gıdalar, ve tüm gün televizyon yada bilgisayar başında oturmak obezite sıklığını tüm dünyada artırmaktadır.
Obez kişilerin çoğu hızlı ve kolayca zayıflamayı planlarlar. Başarılamadığında ise hastalar motivasyonlarını kaybedip yeniden kilo almağa başlarlar. Obezite tedavisi başında ulaşılabilir hedefler koymak önemlidir. (6 ayda %5-10 kilo kaybı gibi). Vücut ağırlığındaki %10 kadar bir azalma bile risk faktörlerinin belirgin olarak azalmasını sağlar. Kilo vermekten daha önemlisi verilen kilonun idamesinin sağlanmasıdır. Kilo verenlerin %95’ inden fazlası yeniden kilo almaktadır. Kilonun korunması uzun süreli davranış değişikliği, dengeli ve sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitenin artırılmasına bağlıdır. Bu amaca yönelik olarak tedavide ana nokta enerji alımının azaltılması ve enerji harcanmasının artırılmasıdır. Obezite tedavisinde beslenme tedavisi, fiziksel aktivite, davranış tedavisi, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi gibi çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
Osteoporoz kelime anlamıyla delikli bir kemik dokuyu ifade eder. Kemik kütlesinin azalması, kemiğin mikroskopik yapısının bozulması ile ortaya çıkan kırıklarla giden tüm kemikleri tutabilen bir hastalıktır. Osteporozun en önemli nedenlerinden birisi menopozdur. Menopozla birlikte kadınlık hormonu (estrojen) seviyesi düşmektedir. Estrojenin kemik dokuyu koruyucu etkisi vardır ve eksikliğinde kemik yıkımı hızla artar. Özellikle erken menopozda, veya cerrahi yoldan menopoza giren hastalarda osteoporoz daha sık ortaya çıkar. Bir diğer önemli neden ise yaşlanmadır. İnsanlar yaşlanırken hem kemik yapımında, hem de barsaklardan kalsiyum emiliminde azalmalar ortaya çıkar.
Osteoporozun menopoz sonrası ve yaşlanma dışında başka nedenlerlede ortaya çıkması mümkündür. Bunların bir nedeni ilaçlardır. Örneğin uzun süre kortizon, ya da kan pıhtılaşmasını engellemek amacıyla heparin kullanan hastalarda osteoporoz sıktır ve oldukça ağır seyreder. Uzun süre yatalak kalanlarda, romatizmal hastalıklarda, ince barsak hastalıklarında, bazı kan hastalıklarında, hormon bozukluklarında, şeker hastalığında, uzun süreli ağır akciğer hastalıklarında osteoporoz ortaya çıkabilir.
Osteoporozdan korunmanın en sağlıklı yolu dengeli beslenme, yeterince kalsiyum içeren gıda tüketme ve eksersizdir. Düzenli yapılan eksersizler kas kütlesini artırarak kemik kütlesinin azalmasını önlerler. Yeterince güneş ışığından faydalanmak şarttır. Güneş ışığı ciltteki özel bir kolesterolun vitamin D’ye dönüşmesini sağlayarak barsaklardan kalsiyum emilimini artırır.
Tiroid hormonu guatr olsun yada olmasın kanda fazla yükseldiği zaman terleme, çarpıntı, uykusuzluk, sinirlilik, fazla yemek yenmesine rağmen kilo kaybı, özellikle ellerde olmak üzere tüm vücutta titremeler, kadınlarda regli bozuklukları yapabilir.
Tüm iç salgı bezlerinde olduğu gibi tiroid dokusununda kanserleri olabilir. Bunlar erken devrede tiroid bezinde nodül şeklinde fark edilirler. Ağrısızdırlar. Genellikle hastaların tiroid fonksiyonları normaldir. Yani hormon azlığı veya çokluğuna neden olmazlar.
Tanı ultrason ile değerlendirme, iğne aspirasyon biyopsisinde elde edilen materyalin incelenmesi ve cerrahide çıkarılan dokunun patolojik değerlendirmesi sonucu konur. Tedavisi genellikle cerrahidir. Nadiren tiroidin çok hızlı ilerleyen kanserlerinde cerrahi yapılmaz. Tiroid kanserlerinin büyük çoğunluğu papiller tiroid kanser denilen tiptedir ve bunların gidişi çok yavaş olduğundan uygun tedavi ile tam iyileşme sağlanır. Bunların uzak yayılımları çok seyrektir genellikle boyun bölgesinde kalırlar.