Özkıyım davranışı tüm dünyada bir halk sağlığı sorunudur. Çocuk ve ergenlerde ergenlik döneminde daha fazla olmak üzere özkıyım davranışı görülebilmektedir. Ergenlerde yatarak psikiyatrik tedavi görme nedenleri arasında ilk sıralardadır. Özkıyım girişimi kızlarda daha sık iken tamamlanmış özkıyımlar hemen her yaşta erkeklerde daha fazla görülmektedir.
Özkıyım davranışı olan çocuk ve ergenlerde depresyon ve bipolar duygudurum bozukluğu başta olmak üzere duygudurum bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu, alkol ve madde kullanım bozuklukları, psikotik bozukluklar, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikiyatrik hastalıklar olabilmektedir. Özkıyım davranışı ile ilişkili olabilen dürtüsel agresyonun biyolojik nedenlerinin dışında daha önce özkıyım girişiminin ve kendine zarar verme davranışının olması risk etkenleri arasındadır. Ümitsizlik, problem çözme becerilerinde yetersizlik, agresyon, dürtüsellik ve düşük benlik saygısı gibi bireysel özelliklerin ve genetik etkenlerin özkıyım davranışı ile ilişkili olabileceği gösterilmiştir. Stresli ve travmatik yaşam olayları, zorbalığa ya da duygusal, fiziksel ve cinsel istismara maruz kalma, kronik tıbbi bir hastalığın bulunması riski arttıran nedenler arasında olabilmektedir. Çocuk ve ergenlerin anne babalarında psikiyatrik hastalık ve alkol madde kullanımının olması, ailede saldırganlık, kronik stres, kaotik bir aile ortamının olması, anne baba ile iletişim yetersizliği ve güvensiz bağlanma gibi durumlar da özkıyım davranışı olan çocuk ve ergenlerde sık görülen durumlardır. Çocuk ve ergenlerdeki özkıyım girişimlerinde akranlarda benzer davranışın olması ve medyada özkıyım davranışı ile ilişkili haberlerin uygunsuz verilişinin de önemi olabilmektedir. Sosyoekonomik düzeyin düşük olması, özkıyım yöntemlerine ulaşabilme kolaylığı, sosyal çevreye ve değerlere bağlılığın az olması ve sosyal desteğin yetersiz olması risk etkenleri arasında sayılabilir. Risk etkenlerinin yoğun olduğu durumlarda okul başarısızlığı, ilişkilerde yaşanan problemler ve yasal bir sorun yaşanması gibi durumlar özkıyım davranışını tetikleyici olabilmektedir.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu gelişim dönemleri boyunca devam edebilen, her dönemde farklı sorunlarla görülebilen ve erişkinlikte de sürebilecek süreğen dikkatsizlik ve/ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik ile karakterize kronik bir nörogelişimsel bozukluktur.
DEHB tanısı koymada kullanılabilecek her hangi bir laboratuar testi yoktur. Klinik tanı olması nedeniyle, tanı süreci uzman hekim tarafından yapılacak değerlendirmeleri ve anababa ve öğretmen görüşmesi ve ölçeklerinin kullanılmasını içerir.
DEHB tanısı konulan çocuk ve gençler okul sorunları, planlama güçlükleri, dürtüsellik, kaygı, kendine güven sorunları, madde kullanımı gibi birçok yakınma ile başvurabilirler. DEHB tanısı konulurken, DEHB benzeri belirtilere neden olabilecek birçok medikal ve psikiyatrik durumun ayırt edilmesi gereklidir. Bu nedenle tanı sürecinde ayrıntılı bir medikal ve psikiyatrik öykü alınması ve gerekli gelişimsel ve medikal değerlendirilmelerin yapılması önemlidir. DEHB ayırıcı tanısında hemen her şey düşünülebilir.
Dikkat eksikliği/aşırı hareketlilik bozukluğunun (DEHB) temel özelliği işlevsellik ya da gelişimi bozucu etkisi olan, süreğen dikkatsizlik ve/ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik örüntüsüdür. Dikkat Eksikliği; dikkat süresi ve yoğunluğunun kişinin yaş ve gelişim düzeyine göre beklenenden az olması olarak tanımlanabilir. Kısa dikkat süresi, dış uyaranlarla dikkatin kolayca dağılabilmesi, odaklanamama, başladığı işleri bitirememe ya da sürdürememe, planlama sorunları, organizasyon güçlükleri, eşyalarını sık kaybetme ya da günlük işlerinde unutkanlık gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Dikkat eksikliği olan çocuk/ergenler bir konuya dikkatlerini verebilseler de dikkatlerini sürdürmede, kurallar ve yönergeleri hatırlama ve takip etmekte, başladıkları işi bitirebilmekte güçlük yaşarlar. Bu nedenle de ödev yapmak gibi dikkat gerektiren işlerden zaman içinde kaçınmaya ya da bu işlerde isteksiz olmaya başlarlar. Uyaran tipine ve çevresel koşullara bağlı olarak dikkat süresi ve yoğunlukları değişebilir. Örneğin bilgisayar oyunu başında uzun süre dikkat sorunu yaşamadan oturabilir ya da sevdiği bir filmi başından sonuna bitirebilir. Ders çalışma sırasında da dış uyaranın fazla olduğu ortamlarda daha da zorlanırken bire bir çalışmalarda, uyaranların kontrol edildiği ortamlarda ve ilgisini çeken bir konuda daha uzun süre odaklanabilirler. Dikkat becerileri yaşla birlikte gelişerek gider, bu nedenle her çocuğun dikkat becerisi kendi yaş özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Aşırı hareketlilik (Hiperaktivite); kişinin yaş ve gelişim düzeyine göre beklenenden fazla hareketli olmasıdır. Yerinde duramama, kıpır kıpır olma, uzun süre oturamama, çok konuşma, sürekli hareket halinde olma gibi belirtilerle kendini gösterir. Hareketlilik yaşla birlikte azalma eğilimindedir, bununla birlikte özellikle egenler tarafından bir tür iç huzursuzluk, hareket etme isteği olarak tanımlanabilir. Aileler bu çocukları eli dursa ayağı durmuyor, sevdiği bir filmi izlerken bile koltuktan koltuğa yer değiştirir, öğretmenler de sürekli hareket halinde sırada otururken bile bir şeylerle oynar, eli kolu hareket halindedir diye tariflerler.
Dürtüsellik; kişinin yaş ve gelişim düzeyinden beklenen kendini kontrol becerilerini gösterememesi olarak tanımlanabilir. Acelecilik, sırasını bekleyememe, lafa söze karışma ve bekleyememe, düşünmeden hareket etme, aklına geleni aklına geldiği anda söyleme, düşündüğünü hemen yapıverme gibi belirtilerle kendini gösterir. Dürtüsellik nedeniyle DEHB tanısı verilen çocukların dürtüsellik nedeniyle sosyal bir takım güçlükleri yaşamaları çok olasıdır.
Bu belirtilerin DEHB tanısı olarak nitelenmesi için; belirti ve belirti düzeyinin çocuğun yaşı ve gelişim evresi açısından beklenen ile uyumlu olup olmadığının belirlenmesi gereklidir. Çocuğun dikkat eksikliği, hareketlilik ve dürtüsellik açısından belirtisi olduğunun düşünülmesi durumunda bu belirtilerin en az 6 ay olmak üzere uzun süredir devam ediyor olması ve hem ev hem okul gibi birden fazla ortamda görülmesi gereklidir.
Bu belirtiler yaşla birlikte farklı görünümlerle devam edebilmektedir. Dikkat eksikliği bunlar arasında en uzun süre devam eden belirtidir. Dikkat ve kendini kontrol becerilerinin yaşla birlikte artarak gelişmesi nedeniyle bu becerilerin en zayıf olduğu okul öncesi yaşlarda tanı koyabilmek oldukça güç olabilir. Ergenlik döneminde dürtüsellikte bir artış görülmesi nedeniyle gelişimsel olarak DEHB benzeri belirtiler görülebilir, bu nedenle DEHB tanısı konulması sürecinde iyi alınmış bir öykü ve ayrıntılı klinik değerlendirme daha da önem kazanır.
Fazla kilosu olmadığı halde kilo vermek için diyet yapıyor olmak; fazla kilosu varsa bile, fazla olan kiloları verdikten sonra diyeti bırakamamak ve daha fazla kilo vermek için diyeti sürdürmek; kilo almaktan korkmak; kilo vermek ya da almamak için diyetin yanı sıra kendisini sürekli hareket halinde (örneğin yürümek ya da merdiven inip çıkmak gibi) tutmak ve ne kadar zayıflasa da kendisini ‘zayıf’ olarak algılayamamak ve hep kilolu olduğunu düşünmek ergenlerde yeme bozukluğu olabileceğini düşündürür.
Madde kullanımı toplumları tehdit eden en önemli halk sağlığı sorunlarındandır. Ergenlik döneminde ortaya çıkan biyolojik, hormonal, fiziksel ve duygusal değişiklikler, ebeveynle olan ilişkilerdeki değişiklikler, sosyal ilişkiler özelikle de akranlarıyla olan ilişkiler ergenin ruhsal yapısını yeniden düzenler. Ergenlik döneminin dürtüsel çalkantıları, taşkın dürtüsel gereksinimleri, çözüm bekleyen sorunların çokluğu bu dönemde benliğin göreceli olarak güçsüzlüğüne neden olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı ergenlik döneminde madde kullanımını hazırlayan risk etkenleri ve koruyucu etkenleri belirleyebilmek madde kullanımının önlenmesi ve tedavisinde önem kazanmaktadır. Güçlü ve pozitif aile bağları, sıcak, yakın bir ilişki ve dolaylı olarak ebeveynlerin ergenin arkadaşlarından ve neler yaptıklarından haberdar olması, aile içi kuralların açık ve tutarlı olması, herkesin bu kurallara uymaya özen göstermesi, ebeveynlerin bir yandan ergenin bireyselleşmesine izin verirken diğer yandan çocuklarının yaşamlarıyla ilgili olmaları, okul devamlılığının sağlanması, gencin enerjisinin uygun aktivitelere yönlendirilmesi, okul, kulüp gibi kuruluşlarla kurulan güçlü bağlar, uygun akran ilişkilerinin desteklenmesi, uyuşturucu kullanımıyla ilgili doğru bilgilenme koruyucu etkenlerden bazılarıdır. Ruhsal sorunları ya da bağımlılığı olan ebeveynin bulunduğu kaotik aile, parçalanmış aile, aile içi şiddet, ailenin aşırı baskıcı ya da gevşek, denetimsiz tutumu, ebeveyn-çocuk arasında bağlanma ve ilgi eksikliği, ergene ilişkin zorluklar ve bazı ruhsal hastalıklar (öğrenme güçlüğü, davranım bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, depresyon v.b.), bu ruhsal hastalıkların tedavisinde gecikme, düşük okul başarısı, yetersiz sosyal beceriler, yargılaması düşük-kolay yönlendirilen bir ergen olma, riskli davranışlar sergileyen arkadaş grupları, okul, iş ve/ya da aile ortamlarında uyuşturucu kullanımının onaylanması ergeni madde kullanımına itebilecek bazı risk etmenleridir. Bu ergenlerin erken yaşta tespit edilmesi, tedavi edilmesi ve sistem içinde tutulmaya çalışılması gelecekteki ek sorunların engellenmesinde oldukça önemlidir.
Çocuklarda özellikle 2-6 yaşları arasında bilinmeyen ve yeni şeyleri sıklıkla korku ve kaygı verici olarak algılayabilirler. Karanlık, yalnızlık, doktor, yüksek ses, yabancılar ve çeşitli hayvanlardan korkma bu dönemde en sık görülen korkular arsında sayılabilir. Bilinmeyene ilişkin korkular gelişi içinde beklenen bir durum olsa da yoğunluğu arttığında yaşamı olumsuz etkileyebilir. Yaş ve zihinsel gelişimle birlikte korkuların sıklıkla azaldığı görülür. Bu yaş döneminde çocukların korkularının yatıştırılması çocuğun gelişimsel özellikleri ve mizacına göre farklı yöntemleri gerektirebilir.
Kekemelik konuşmanın akıcılığının ya da ritminin yaşına uygun olmayan biçimde bozulması (örneğin ses ve hece yinelemeleri, sesleri uzatma, sözcüklerin parçalanması, konuşma sırasında ara vermeler, dolambaçlı yoldan konuşma, sözcükleri aşırı bir fiziksel gerginlikle söyleme ve tek heceli sözcük yinelemeleri) ile seyreden bir konuşma bozukluğudur. Kekemelik ya da yeni ismi ile çocukluk başlangıçlı konuşmanın akıcılığında bozukluk tanısı koyabilmek için belirtilerin erken yaşlarda başlaması, işlevselliği bozacak derecede şiddetli olması (konuşma ile ilişkili yoğun kaygı, konuşmaktan çekinme, konuşurken hata yapmaktan korkma, konuşmayı kısıtlama vb.) ve belirtilerin nörolojik bir hastalığa ya da bir ilacın yan etkisine bağlı olmaması gerekir.
Konuşma terapisi kekemeliği olan çocuklarda konuşma hızını yavaşlatma, ritmik konuşma gibi bazı akıcılık artırma tekniklerinin kullanıldığı bir tedavi yaklaşımıdır. Burada özellikle konuşmanın hedef alındığı, artikülasyon, fonasyon ve nefes almanın değişimini hedefleyen ya da konuşmanın akışını değiştiren teknikler uygulanmaktadır. Bu alanda uygulanabilen çok farklı konuşma terapisi tekniği bulunmaktadır. Metronom kullanarak ritmik okuma ve konuşma, heceleri uzatarak konuşma, kelimelerin başına vokal ekleme ve rahat solunum teknikleri gibi yapılandırıcı yaklaşımların yanı sıra duygusal dayanıklılığı arttırma, farklı tepki üretme, akıcılığı gündelik hayata yayma gibi düzenleyici yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Kendine zarar verme davranışı, insanın kendine ölümcül bir zarar vermeyi planlamadığı halde, bilerek vücudunun çeşitli bölümlerine zarar verebilecek nitelikte yaralanmaya yol açan kesici aletlerle çizme ya da kesme, yakma, vurma gibi davranışlardır. Genellikle kişinin kendisini kötü hissetmesine neden olan ya da öfke, huzursuzluk duymasına veya kendisini eleştirmesine yol açan bir olayı takiben ortaya çıkar. Kendine zarar verici davranıştan sonra kişi kısa süreli bir rahatlama hissedebilir.
Günümüzde otizm tedavisinde en önemli yaklaşım özel eğitim, davranış terapileri ve aile eğitimidir ancak bazı belirtiler için ilaç tedavisi de gerekli olabilmektedir. Otizm yaşam boyu süren bir bozukluk olması sebebiyle tedavi kişinin yaşı, gelişimi ve işlevsellik düzeyine göre değişir. Küçük çocuklarda konuşma, dil eğitimi ve özel eğitim üzerine odaklanılır, ebeveynler eğitim programının içine dahil edilir ve belli hedef belirtiler varlığında ilaçlar kullanılır.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocukların uzun süreler bilgisayar ya da TV başında kalabilmeleri sıklıkla ebeveynlerin, bu durumun çocukların konsantre olabildiklerinin kanıtı olduğunu düşünerek tanı ya da belirtilerle ilgili şüphe duymalarına neden olur. Oysa ki DEHB’deki temel sorun çocukların dikkatsiz olmalarından ziyade zihinsel çaba gerektiren durumlarda dikkatlerini sürdürmekle ilgili zorluk yaşamalarıdır. DEHB olan çocuklar dahi kolay ya da eğlenceli buldukları aktiviteler sırasında dikkatlerini toplayabilirler ancak sorun sıkıcı ya da zor görevler verildiğinde dikkati sürdürmek için gereken ek zihinsel çabayı gösterememektir.
Çocuklarında gözlemledikleri tutarsız başarılar, çocuğun bazı alanlarda dikkatini sürdürebilmesi, uyum davranışlarının ortama ve günden güne değişmesi bu durumun bir hastalık mı yoksa çocuğun bilerek yaptığı yaramazlık veya sorumsuzluk mu olduğu konusunda DEHB olan çocukların anne babalarının kararsızlık yaşamalarına neden olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı kliniğe başvuru gecikmekte ya da bazen hiç olmamaktadır. DEHB erken tanınıp tedavi edilirse son derece iyi düzelebilen bir hastalıktır. Ama tedavi edilmediğinde çok önemli sorunlara yol açabilen bir bozukluktur. Yaşla birlikte sorunların şekli ve boyutu değişmekle birlikte eğitim hayatında (kapasitesinin altında başarı gösterme, kurallara uymada zorluk, okuldan atılma ya da bırakma), sosyal ilişkilerinde (ilişkilerde sorun yaşama, yıkıcı davranışlar, suça yönelme, yasal sorunlar), ruh sağlığında (özgüvende azalma, sigara/alkol/madde kullanımı, depresyon, anksiyete) son derece olumsuz etkileri vardır. Düşünmeden yaptığı konuşmalar ve davranışlar akranları arasında dışlanmasına ve bazen hırpalanmasına neden olur. Evde, okulda veya işte zorlukları nedeniyle daha fazla eleştiriye maruz kalır. Dikkat sorunları ve adeta freni patlamış bir araba gibi hiperaktivitesi ve dürtüselliği daha sık kazalara maruz kalmasına ve daha fazla riskli davranışlar sergilemesine neden olur. DEHB olan bireyler normal akranlarına göre daha fazla intihar eğilimi, yaralanma, trafik kazası yapma, suç işleme, hapse girme, alkol ve madde kullanma riski taşımaktadır. DEHB tedavi edilmediğinde bu sorunlarla karşılaşma riski normal çocuklardan çok daha fazla olmakla birlikte bazı bireysel ve çevresel koruyucu etmenlerden dolayı hiçbir sorun görülmeyebilir. DEHB olan ve tedavi edilmeyen çocukların %10-20’lik bir bölümü erişkin döneme DEHB’den çok önemli bir zarar görmeden geçebilir. Ancak geri kalan %80-90’lık kısmında DEHB erişkinliğe kadar değişik derecelerde olumsuz sonuçlara neden olur.
Tikler bazı kasların istemsiz kasılmaları sonucu birden ortaya çıkan, aralıklı, tekrarlayıcı, ritmik olmayan, basmakalıp istemsiz hareketlerdir. Bu hareketler kısa sürelerle baskılanabilir ve ertelenebilse de genellikle karşı konamaz bir yaşantı olarak yaşanır. Tiklerin sıklığı ve şiddeti stres, heyecan ya da çevresel değişikliklerle kötüleşebileceği gibi oyalayıcı etkinlikler sırasında azalabilir. Tikler çok şiddetli olmadıklarında, seyrek ortaya çıktıklarında, bir başka deyişle kişinin yaşamını belirgin olarak etkilemediği, işlevselliğini bozmadığı koşullarda normal kabul edilir. Tik bozuklukları ise hastaların benlik saygılarında düşmeye, aile, okul ya da iş yaşamında bozulmaya, sosyal yaşama uyumda sorunlara neden olduğu için üzerinde önemle durulması gereken nöro-psikiyatrik bir sorun olarak görülmektedir.
Tiklerin tedavisi belirtileri azaltmaya ya da ortadan kaldırmaya yöneliktir. Hastanın başta ailesi ve okulu olmak üzere yakın çevresinin tikler hakkında eğitilmesi bile bazen tiklerin azalmasını sağlar. Tiklerin istemsiz davranışlar olduğunu öğrenmek aileleri ve öğretmenleri rahatlatarak, beklentilerini değiştirebilir. Tik bozukluklarının tedavisinde psikoterapi yaklaşımları özellikle hafif düzeyde belirtileri olan çocuklarda önemli bir yer tutar. Bilişsel davranışçı teknikler en etkili yöntemler arasındadır. Ayrıca düzenli egzersizler, ritmik sporlar ve yüzme tik bozukluğu olan hastalarda destekleyici öneriler arasında yer almaktadır. Tiklerin yaşam kalitesini belirgin olarak olumsuz etkilediği bazı hastaların tedavisine davranışçı ve destekleyici yaklaşımların yanı sıra bazı ilaçların kullanılması gerekebilir. Bu ilaçlar genellikle düşük dozlarda kullanıldığı için fazla yan etki yapmamakta ve belirtilerin şiddetini hızla azaltarak kişinin işlevselliğini artırmaktadır.
Yeme bozukluğu olan gencin yemek yememesine karışılmamalı, bu durumun baskı ya da ikna ile düzelmeyeceği bilinmeli ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir rahatsızlık olduğu unutulmamalıdır. Başka konularda da baskıcı tutumlardan kaçınılmalıdır. Bir ergen sağlığı uzmanı ve bir çocuk-ergen psikiyatrisi uzmanı ile bağlantı kurulmalı ve evde yemek yeme/yememe konusu aile bireyleri arasındaki iletişimde her gün değinilen bir konu olmaktan çıkarılmalıdır.